Çocuğu anlamanın ilk adımı, yetişkin gözlüklerini ve toplumsal yargıları bir kenara koymak

Boğaziçi Üniversitesi Temel Eğitim Bölümü öğretim üyeleri Yrd. Doç. Dr. Zeynep Erdiller -Yatmaz, Yrd. Doç. Dr. Ersoy Erdemir ve Öğrenme Bilimleri Programı doktora öğrencisi Fethiye Erbil’in yürüttükleri ‘’Çocuk Algısı’’ konulu araştırma, aslında hepimizin içinden geçtiği bir dönem olan ancak yetişkin dünyasına adım attığımız anda unuttuğumuz çocukluğu ve ‘’çocuk’’ olmayı yeniden düşünmeyi sağlarken; yetişkinlerin çocuğa dair düşünce kalıplarını ve sistemlerini de sorgulamaya yol açıyor.

‘’Küçük yaştaki erkek veya kız’’, ‘’Soy bakımından oğul veya kız evlat’’, ‘’Büyükler arasında daha az yaşlı olan kişi’’, ‘’Büyüklere yakışmayacak, daha çok küçüklerin yapabileceği gibi davranan kimse; ‘’Belli bir işte yeteri kadar deneyimi ve yeteneği olmayan kimse’’… Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlüğü’nde ‘’çocuk’’ bu ifadelerle tanımlanıyor…

Peki, gerçekte nedir çocuk olmak? Küçük olmak, yeteri kadar yeteneği olmamak, yetişkin olmamak, yetişkin dünyasında onaylanmayacak davranışlar sergilemek mi; ya da bunların hiç biri mi?

Boğaziçi Üniversitesi Temel Eğitim Bölümü öğretim üyeleri Yrd. Doç. Dr. Zeynep Erdiller -Yatmaz, Yrd. Doç. Dr. Ersoy Erdemir ve Öğrenme Bilimleri Programı doktora öğrencisi Fethiye Erbil’in yürüttükleri ‘’Çocuk Algısı’’ konulu araştırma, aslında hepimizin içinden geçtiği bir dönem olan ancak yetişkin dünyasına adım attığımız anda unuttuğumuz çocukluğu ve ‘’çocuk’’ olmayı yeniden düşünmeyi sağlarken; yetişkinlerin çocuğa dair düşünce kalıplarını ve sistemlerini de sorgulamaya yol açıyor.  

Farklı toplumsal kesimlerden okulöncesi öğretmenlik mesleği adayları ile yapılan mülakatlarla yürütülen bu çalışmada ‘’Çocuk kimdir, çocukluk nasıl tanımlanır?’’ gibi temel soruların yanıtları arandı. Toplumun çocuğa dair algısını temsili anlamda gözler önüne seren sonuçlara ulaşıldı. Zeynep Erdiller-Yatmaz ve Ersoy Erdemir’den bu çalışma hakkında bilgi aldık.

Öğretmen adayları ile yürütülen araştırma

Zeynep Erdiller-Yatmaz, söz konusu araştırmaya başlarken özellikle okul öncesi öğretmen adaylarını bu çalışmaya dahil etmek istediklerini belirtiyor ve çalışmanın başlangıç noktasını şöyle anlatıyor: ‘’Çocuk algısının değişime uğraması lazım zira çocukların yaşadığı pek çok problem aslında toplumun (biz yetişkinlerin) çocuk algısı üzerine kabullerine dayanıyor. Bizler de öğretmen adayları yetiştiren hocalar olarak son 4-5 yıldır çocuk algısını sorgulamaya devam ediyoruz. Sosyolojik bir bakış açısından “çocuk kimdir, çocukluk nasıl tanımlanır” gibi soruların cevaplarını arıyoruz. Bu soruları sormaya başladıktan sonra fark ettik ki öğretmen adayları olacak gençler dahi çoğumuz bu konu üzerine düşünmüyor, sorgulama yapmıyor.  Bu nedenle Ersoy Erdemir hoca bir araya gelip bu konuyu bir araştırmaya dönüştürmeye karar verdik ve yola çıktık’’.  

Çocuk algısı üzerine yaptıkları araştırmada okul öncesi öğretmeni adaylarıyla kapsamlı mülakatlar gerçekleştirdiklerini anlatan Ersoy Erdemir ise çalışmada birkaç boyutu birlikte ele almayı amaçladıklarını belirtiyor; ‘’Hazırladığımız kapsamlı soru protokolünde birkaç farklı boyutu görmeyi hedefledik. Öncelikle çocuk ve çocukluk algısı araştırmasının akabinde katılımcıların erken çocukluk eğitimcisi olarak öğretmenlik mesleğini seçme nedenlerini araştırdık.  Bir okulöncesi öğretmeni gözünden çocuğa atfedilen bireysellik-öznellik vurgusunun ne olduğunu anlamaya çalıştık.  Son olarak ise, öğretmenlerin gözünden Türkiye toplumunda çocuk olmayı anlamak istedik’’.

Mülakatlara katılan öğretmen adaylarına kendi çocukluklarını anlattırdıklarını belirten Erdiller ise, katılımcıların kendi çocukluklarına dair kavramlarla genel olarak çocukluğa dair kavramlar arasında şaşırtıcı farklılıklar gözlediklerini belirtiyor: ‘’Katılımcılar kendi çocukluk dönemlerinden bahsederlerken son derece aktif, anne-babasını ve çevresini değiştirebilen, yaşama aktif olarak katılan, “yaramazlık yapan”, yetişkinleri eleştirebilen ve bireyselliğini vurgulayan, etkin bir çocukluk yaşamından bahsediyorlar. Aynı kişilere ‘’Çocuk kimdir?’’ sorusunu yönelttiğimizde ise kendi çocukluklarından tamamen koparak yetişkin bakış açısıyla bambaşka ve daha edilgen bir çocuk profili çiziyorlar. Bu profil masum, saf, bazı yetenekleri olsa da henüz gelişmemiş, şekillendirilmesi ve yönlendirilmesi gereken, bağımlı, ihtiyaç duyan ve pasif bir birey olarak yansıyor. Bu da bize oldukça dikkat çekici geldi. Katılımcılardan çocuğu sıfatlarla anlatmalarını istediğimizde ise ‘’Küçük, tatlı, masum, oyun oynayan’’ gibi sıfatlar çıktı fakat kendi çocukluklarının tasvirinde bunların hiç biri yoktu. Bu da gösteriyor ki, katılımcılar eğitimleri süresince kendi çocuklukları ile temas etmedikleri sürece toplumun çocuk algısı üzerine empoze ettiği belli başlı inanışlar ve düşünceleri taşımaya devam edecekler’’.

Toplum ideal çocuğu nasıl tanımlıyor?

‘’Çocuk Algısı’’ araştırmasından çıkan önemli bir sonuç ise toplumun ‘’İdeal Çocuğu’’ nasıl tanımladığına dair ipucu veriyor. Çocuğa bakarken yetişkin gözlüklerini çıkarmamakta direttiğimiz sürece ‘’İdeal çocuk = uslu, sessiz çocuktur’’ gibi, toplumsal yargıların belirlediği kalıpların öne çıktığına işaret eden Zeynep Erdiller-Yatmaz ve Ersoy Erdemir şöyle devam ediyorlar:

‘’Örneğin katılımcılara ‘’İdeal çocuk nedir? sorusunu yönelttiğimizde toplumsal yargılar gözle görülür bir hal alıyor, zira ideal çocuk toplumsal kalıplara göre uslu, problem çıkarmayan, söz dinleyen, yetişkinlerin hayatına karışmayan, sessiz olduğu için övgü alan çocuk… Ama katılımcıların bu yargıları tamamen onayladığı sonucu çıkmıyor buradan. Toplumun çocuğa bakışını dile getiren kalıplar eleştiriliyor aynı zamanda. Hatta çalışmaya katılanlar arasında ideal çocuğun soru soran, sorgulayan çocuk olduğunu söyleyen de oldu, ideal çocuk diye bir kavramın olmadığını söyleyen de… Dolayısıyla çocuk söz konusu olduğunda görüşler çok değişebiliyor. Bunu sorgulamaya başladığınızda eğitim sisteminin ve özellikle öğretmen eğitiminin bu gözle yeniden düşünülmesi, tasarlanması gerektiği sonucuna ulaşıyoruz. Yetişkinlerin de sorunlarının başında belki kendi çocuklukları ile kopuklukları geliyor. Hepimizin bir zamanlar bir çocuk gözlüğü vardı ve onu bir şekilde bir yerlere gömdük’’.

Çocuklar artık daha çok hayatın içinde ve daha güçlüler

Peki, günümüzde çocuklar gerçekten korunmaya muhtaç mı, ya da geçmişle kıyasla daha mı acizler? Teknolojinin hayatın her alanına nüfuz etmesi, sosyal medya sayesinde her türlü bilgiye erişimin kolaylığı, artan şiddet, terör ve toplumsal olaylar çocukların daha fazla mı koruma altına alınmaları gerekiyor?

‘’Çocuğun masum, zayıf, korunması gereken bir varlık olması anlamında, evet korunması gerekiyor ama aslında çocuklar hayatın içindeler ve her şeyi biliyorlar’’ diye yanıtlıyor Zeynep Erdiller-Yatmaz ve Ersoy Erdemir ve şöyle ekliyorlar:

 ‘’Bir taraftan korumaya çalışıyorsunuz ama bir taraftan koruyamıyorsunuz, zira çocuk; seçimlerden tutun da terör olaylarına artık her şeyin farkında. Çocuklar aslında teknoloji okuryazarlığı açısından güç kazandı ve yetişkinlerden çok daha iyiler. Bu yüzden onları korurken veya korumaya çalışırken çocuğun seçim hakkını engellememek gibi ince ayrımlar çok önemli. ‘’Dinleme, seyretme, sen anlamazsın’’ demek çocukları korumaktan çok küçümsemek anlamına gelebiliyor. Çocuklar artık güç kazandı bu anlamda’’.

Bu noktada çocuk ve yetişkin ilişkisinin günümüzde “çocukist” olarak adlandırılan daha eşitlikçi bir anlayışa evrilmesinin mümkün olduğuna da dikkat çeken araştırmacılara göre yetişkinler olarak yaşadığımız en önemli handikaplardan biri de yüzyıllar öncesinden getirdiğimiz algıyla çocukları hala yetersiz, korunmasız, aciz gören bakış açımız. ‘’Çocuklar yetişkin dünyasına korunaklı bir fanusun içinden geçerek adım atmayacaklar. Onlar bu dünyayı yetişkinlerle paylaşarak yaşıyorlar ve hem bu dünyayı, bu toplumu, kısacası tüm hayatı değiştiriyorlar aslında, biz yetişkinler ise bu gerçeği henüz kabul edemiyoruz’’. Öte yandan anne-babalık kavramları da günümüzde değişim içinde, örneğin ‘’çocuk yetiştirmek’’, ‘’Doğru anne-baba olmak’’ dediğinizde aslında çocuğu pasifize etmiş oluyorsunuz. Ama şu da bir gerçek ki anne-baba olduktan sonra değişiyorsunuz. Bu noktada, çocukların yetişkinleri değiştirebildiği algısı ya görmezden geliyor ya da kabul edilmiyor. Oysa bu algının değişebilmesi için çocuklarla birebir deneyimlerimizin olması çok önemli.

Aile sistem teorisine göre toplumda var olan kalıplar yaklaşık üç jenerasyona dayanıyor ve üç jenerasyon boyunca devam ediyor ancak bir kırılma noktası gerekiyor. Çocuğa öznellik tanıyan, onu daha etkin gören bir bakış açısının ve bu anlayışa sahip bir toplumun yeşerebilmesi için benzer çalışmaların bu anlamda önemli köprüler kurabileceğini düşünüyoruz’’ diyen Erdiller-Yatmaz ve Erdemir katılımcı öğretmen adaylarının meslek yaşamlarında çocuklarla yaşayacakları tecrübelerin bu açıdan dönüştürücü olacağını vurgularken bir sonraki araştırma konusu olarak bu kez çeşitli sosyoekonomik bağlamlardaki çocuklara ulaşarak ‘’Çocuk gözünden çocukluk ve yetişkinliği’’ ele alacaklarını belirtiyorlar.

 

Söyleşi: Özgür Duygu Durgun-Talat Karataş /Kurumsal İletişim Ofisi

Fotoğraflar: Kenan Özcan