İnsana yakışır iş

Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü 1998 mezunu ve ILO Türkiye Ofisi Direktörü Numan Özcan ile Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği (BÜMED) aylık yayını Boğaziçi Dergisi ile iş kazaları, meslek hastalıkları, çocuk işçiliği, mevsimlik tarım işçiliği ve Uluslararası Çalışma Örgütü'nde gerçekleştirdikleri projeler hakkında bir söyleşi gerçekleştirdi.

Sizi tanıyabilir miyiz?

1977 Ankara doğumluyum. 1994 yılında başladığım Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden 1998 yılında mezun oldum. İlk olarak bir işçi sendikası konfederasyonunda dış ilişkiler uzmanı olarak iki yıl çalıştıktan sonra, 2000 yılında Jean Monnet bursuyla İngiltere’ye gittim ve University of Westminster’da Uluslararası İşletme ve Yönetim anabilim dalında yüksek lisans yaptım. 2002 yılında, Gazi Üniversitesi’nden Uluslararası İlişkiler master diploması aldım. Aynı yıl, uluslararası risk danışmanlığı konusunda kendi şirketimizi kurduk. 2004 yılında ise kamu sektörüne geçerek o zaman Dışişleri Bakanlığı’na, şu anda Hazine Müsteşarlığı’na bağlı Merkezi Finans ve İhale Birimi’nde (MFİB), Avrupa Birliği fonlarından desteklenen sosyal projelerden sorumlu Sözleşme Yöneticisi olarak çalışmaya başladım. Daha sonra, Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu’na geçerek, 2005-2015 yılları arasında Sosyal Politika ve İstihdam Sektör Yöneticisi olarak çalıştım. Bu dönemde, Türkiye’nin sosyal politika ve istihdam alanında mevzuat ve uygulama bakımından AB ile uyumlaştırılması başta olmak üzere, İşçilerin Serbest Dolaşımı (2. fasıl) ve Sosyal Politika ve İstihdam (19. fasıl) fasıllarındaki AB-Türkiye katılım müzakerelerini takip ettim. Ayrıca istihdam, eğitim, sağlık ve sosyal içerme alanlarındaki AB mali yardımlarından sorumlu ekibin koordinatörü olarak görev yaptım. Ocak 2015’ten itibaren de Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Türkiye Direktörü olarak görev yapıyorum. ILO ülke direktörlüğü, büyükelçi seviyesinde, diplomatik bir görev. Ben de ILO’nun dünyadaki en genç ülke direktörüyüm.

Bize kısaca ILO’dan ve ILO Türkiye Ofisi'nin son dönemdeki projelerinden ve önceliklerinden bahseder misiniz?

Bildiğiniz gibi, ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü), Birleşmiş Milletler’in (BM) çalışma yaşamına ilişkin özel ihtisas kuruluşudur. I. Dünya Savaşı’nın sonunda Versay Antlaşması’yla 1919 yılında kurulmuş olan ILO, bu bakımdan BM’den bile daha eskidir. Temel itibarıyla ILO, uluslararası çalışma standartlarını belirler, çalışma yaşamındaki temel hakları gözetip geliştirir; insana yakışır iş fırsatlarının, sosyal korumanın ve sosyal diyaloğun gelişmesini teşvik eder. Hükümet, işçi ve işveren temsilcilerinin bir araya geldiği üçlü yapısıyla, uluslararası kuruluşlar arasında özgün bir yapıya sahiptir. 186 ülkenin üyesi olduğu ILO’nun genel merkezi Cenevre’de bulunur. Türkiye, 1932 yılında ILO’ya üye olmuş, ILO’nun Türkiye’deki ilk ofisi 1952 yılında açılmıştır. ILO Türkiye Ofisi de 1976 yılından beri Ankara’da faaliyettedir.

ILO’nun Türkiye’deki öncelikleri aslında ülkedeki çalışma hayatının öncelikleri ve dünya konjonktürüyle yakından alakalı. Bu bakımdan, bu sene öncelikli olarak ele aldığımız iki çalışma alanımızı şu şekilde belirtebiliriz:

Suriyeli mülteci akınının iş piyasasına etkisi: Hiç şüphesiz, Suriye krizi Türkiye’nin en öncelikli gündem maddelerinden biri. Artık tek bir ülkeyi veya bölgeyi ilgilendirmekten ziyade küresel bir tehdit haline dönüşmüş olan bu kriz, BM tarafından günümüzün en büyük siyasi, insani ve güvenlik sorunu olarak tanımlanıyor. Türkiye’de şu anda 2 milyon civarında Suriyeli mülteci yaşıyor. Suriye’deki iç savaşın yakın zamanda sonuçlanması ve istikrarın sağlanması beklenmediği ve benzer krizlerdeki genel trendlere bakıldığında, bu mültecilerin yakın zamanda ülkelerine dönmeyeceğini öngörebiliriz. Türkiye, şimdiye kadar mültecilere yardım için 6 milyar doların üzerinde bir bütçe harcadı. Bu bakımdan, durumun bu şekilde sürdürülebilirliği oldukça güç.

Diğer yandan, Suriyelilerin bir şekilde iş piyasasında bulundukları, ancak kayıt dışı sektörde, kötü çalışma koşulları altında, asgari ücretten daha az ücretlerle çalıştıkları görülüyor. Bu da, genel ücret seviyelerinin aşağıya çekildiği, muhtaç durumdaki insanların sömürüldüğü, artan kayıt dışılık ve haksız rekabetle birlikte yerel iş piyasalarının olumsuz etkilendiği bir durum yaratıyor. Bu bakımdan, bu büyük krizin, uluslararası toplumdan şimdiye kadar görülenden daha fazla bir dayanışma ve sorumluluk paylaşımı gerektirdiği açık. Biz de ILO olarak, Türkiye’ye bu konuyla ilgili katkıda bulunmak üzere elimizden geleni yapıyoruz. Kendi öz kaynaklarımızla yürüttüğümüz projeyle kamu kurum ve kuruluşlarının sorunla baş edebilme kapasitesini artırmak, krizin iş piyasasına etkileriyle ilgili araştırmalar yapmak ve yerel ekonomik kalkınmanın desteklenmesi için çalışıyoruz.

Türkiye’de bu sene öncelikli olarak ele aldığımız diğer önemli bir konu işçi sağlığı ve güvenliği. Geçen sene yaşanan Soma ve Ermenek maden faciaları ve başta inşaat olmak üzere pek çok sektörde yaşanan elim kazalar, iş sağlığı ve güvenliği konusunu ülkenin en önemli gündem maddelerinden birisi haline getirdi. Biz de ILO olarak bu konuda üzerimize düşeni yapmak üzere, “İş Sağlığı ve Güvenliği’nin Geliştirilmesi Projesi”ni Ocak 2015’ten itibaren uygulamaya başladık. Türkiye de birisi madenlerde, diğeri inşaat sektöründe iş sağlığı ve güvenliğiyle ilgili olmak üzere bu alanda iki önemli ILO Sözleşmesi’ni Mart 2015’te onayladı. Başlattığımız bu projemizle, onaylanan ve yürürlüğe giren ILO sözleşmelerinin Türkiye’de etkin bir şekilde uygulanması için gerekli desteği vermeye çalışıyoruz.

Burada sadece iki önemli öncelik alanından bahsettim, ancak diğer önemli alanlardaki proje ve faaliyetlerimiz de devam ediyor. Bunlar arasında, kadın istihdamının desteklenmesi, çocuk işçiliğinin önlenmesi ve işletmelerde çalışma koşullarının iyileştirilmesi alanlarındaki projelerimizi sayabiliriz. ILO’nun en temel kavramlarından “insana yakışır iş” olanaklarının geliştirilmesi ve sosyal diyaloğun teşvik edilmesine yönelik çalışmalarımız da devam ediyor. Ayrıca bu sene Türkiye’nin G-20 ülkeleri Dönem Başkanı olması hasebiyle, oradaki İstihdam Çalışma Grubu altındaki tartışmalara da destek oluyoruz.

İş kazalarının ve meslek hastalıklarının gittikçe arttığı bir dönem içerisindeyiz. Bu konudaki çözüme yönelik çalışmalarınızı bizimle paylaşır mısınız?

Evet, maalesef Türkiye’de iş kazalarının sıklıkla yaşandığına hepimiz şahit oluyoruz. Burada, çözüme yönelik olarak aslında ILO’nun vurguladığı iki kavramın altını çizmek mümkün: Birincisi “önleme”. Tehlikeler, her türlü çalışma ortamının doğasında var olsa da, her gün meydana gelen iş kazaları ve meslek hastalıkları önlenebilir. İşyerlerinde meydana gelen iş kazaları ve meslek hastalıkları sayısını ve ciddiyetini azaltmanın en etkili yolu, önlemedir. Bu nedenle ILO’ya göre, anlamlı her türlü iş sağlığı ve güvenliği stratejisinde amaç, ortak davranış modellerini önleme kültürüne çevirme yönünde olmalıdır.

Altını çizmek istediğim ikinci husus “bütüncül yaklaşım”. Yani İş Sağlığı ve Güvenliği (İSG) ne tek başına yasal bir problemdir ne sadece hükümet, işçi ve işverenlerin sorumluluğudur ne de sadece bir denetim meselesidir.

ILO’nun İSG alanındaki en temel sözleşmelerinden biri olan 187 sayılı çerçeve sözleşme, iş sağlığı ve güvenliğinin kültürel bir konu olduğunun ve tüm toplumu kapsaması gerektiğinin altını çizmektedir. Sağlıklı ve güvenli bir ortamda çalışmak, bir haktır ve bu hakkın kullanılabilmesi için iş sağlığı ve güvenliği uygulamaları tüm düzeylerde hayata geçirilmelidir.

ILO’ya göre iş sağlığı ve güvenliği konusunda sorumluluğun tüm paydaşlar tarafından paylaşılması gerekir. Nitekim bir toplumda iş sağlığı ve güvenliği kültürünün oluşturulması, ancak tüm tarafların sürece etkin katılımı ve katkı vermesi ile mümkündür ve toplumun tüm kesimlerini kapsayan bütüncül bir yaklaşım gerektirir.

Az önce de bahsettiğim gibi, ILO Türkiye Ofisi olarak Ocak 2015’ten bu yana “Uluslararası Standartların Uyumlaştırılması Yoluyla Türkiye’de İş Sağlığı ve Güvenliğinin Geliştirilmesi” teknik yardım projesini yürütüyoruz. Projenin amacı, üç taraflı danışma yoluyla ve Türkiye’nin ILO Sözleşmeleri çerçevesindeki taahhütleri doğrultusunda özellikle madencilik ve inşaat sektörlerinde iş sağlığı ve güvenliği uygulamalarının geliştirilmesi.

İş kazaları ve meslek hastalıklarının artışından bahsederken, kayıt ve bildirim konusuna da değinmek gerekir. Çünkü mevcut sorunların belirlenmesinde; sağlıklı verilerin kaydı ve bildirimi, yaygınlaştırılması, veri güvenliği gibi konular önem teşkil etmektedir. Biz de ILO Türkiye Ofisi olarak iş kazaları ve meslek hastalıklarının kayıt ve bildirimine yönelik ulusal sistemin iyileştirilmesi için tarafları teşvik ediyoruz.

Dünyada çok önemli bir sorun olan çocuk işçiliği Türkiye'de de çok uzun yıllardır çözülemeyen bir problem. Bu konudaki görüşlerinizi ve ILO'daki çalışmalarınızı anlatır mısınız?

Çocuk işçiliği küresel bir sorun olduğu gibi Türkiye için de önem teşkil eden, ekonomik gelişim, eğitim düzeyi ve sosyal kalkınma konuları ile doğrudan ilgili çok boyutlu bir sorundur. Çocukların daha iyi bir gelecek için gereksinim duydukları eğitim ve becerilere kavuşmalarını engellerken, rekabet edebilirlik, verimlilik ve olası gelir kayıpları yoluyla ulusal ekonomileri de etkilemektedir.

ILO kuruluşundan bu yana çocuk işçiliğinin sona erdirilmesine yönelik çalışmalar yürütmekte ve sözleşmeler yoluyla uluslararası standartları belirlemektedir. 138 Sayılı Asgari Yaş Sözleşmesi ve 182 Sayılı En Kötü Biçimlerdeki Çocuk İşçiliği Sözleşmesi bu bağlamda oluşturulmuş temel ILO sözleşmelerindendir. 1992 yılında başlatılan “Çocuk İşçiliğinin Sona Erdirilmesi Uluslararası Programı” (IPEC) kapsamında da çocuk işçiliğinin önlenmesine yönelik uygulamalara teknik destek verilmektedir.

Türkiye bu programa katılan ilk altı ülkeden biridir ve ulusal sahiplenmenin güçlenmesi dolayısıyla IPEC’in çekildiği 2008 yılına kadar da ILO Türkiye Ofisi’nin teknik desteği ile çalışmalarını sürdürmüştür. Bu süreçte, 138 Sayılı Asgari Yaş Sözleşmesi ve 182 Sayılı En Kötü Biçimlerdeki Çocuk İşçiliği Sözleşmesi Türkiye tarafından onaylanmıştır. Program kapsamında, işveren ve işçi kuruluşları, uluslararası kuruluşlar, kamu kuruluşları, özel işletmeler, sivil toplum kuruluşları ve üniversitelerin yer aldığı çok taraflı işbirlikleri ile ulusal öncelikleri gözeten onlarca proje yürütülmüştür. Aynı süreçte çocuk işçiliği sayılarında ciddi bir düşüş eğilimi gözlemlenmiştir. 1994 yılında yapılan TÜİK çocuk işgücü verilerine göre 6-17 yaş grubu çocukların yüzde 15.2’si çalışma yaşamı içinde yer alıyorken, 1999 yılında bu oran yüzde 10.3’e, 2006 yılında ise yüzde 5.9’a gerilemiştir.

2008 yılında IPEC sonlanmış olsa da, ILO Türkiye Ofisi, münferit projelerle teknik destek sağlamaya devam etmektedir.

Bu bağlamda, örneğin şu anda Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile işbirliği içerisinde, çocuk işçiliğinin en kötü biçimlerinden biri olarak tanımlanan mevsimlik tarımda çocuk işçiliğinin sona erdirilmesine yönelik bir proje yürütüyoruz. Geçtiğimiz iki yıl Ordu ilinde uygulanan projeyle, mevsimlik fındık tarımında çalışmakta olan çocukların işlerden çekilerek ve risk altındaki çocukların da bu işlerde çalışmalarının önlenmesi sağlanarak eğitime yönlendirilmelerini temel alan bir stratejik müdahale modeli geliştirildi ve uygulandı. Önümüzdeki üç yılda da Ordu ilinin yanı sıra Düzce, Sakarya ve Şanlıurfa illerini de kapsayacak şekilde projeyi genişleterek devam ettiriyoruz.

Mevsimlik tarım işçiliği, Suriyeli mültecilerin artmasıyla birlikte daha karmaşık bir boyuta ulaştı. Bununla birlikte çalışma koşullarının yetersizliği ve tarımda çalışan çocukların sayısındaki artışla ilgili neler söylemek istersiniz?

Maalesef mevsimlik tarım işçilerinin durumu ancak elim kazalar yaşandığı zaman gündeme gelmektedir. Ulaşım konusu ve trafik kazaları, mevsimlik tarım işçilerinin yaşadığı sorunların ancak çok küçük bir bölümünü oluşturmaktadır. Bu konu aslında içinde iş sağlığı ve güvenliği, sosyal güvenlik, barınma, sağlık, eğitim, örgütlenme, ücret ve sosyal çevreyle ilişkiler gibi unsurları da barındıran çok boyutlu ve tüm bu boyutlarının ayrı olarak ve bütüncül bir yaklaşımla ele alınmasını gerektiren bir konudur.

Tarımsal üretimin mevsimlik olması ve belirli işlerin birbiri ardına kısa sürede yapılması zorunluluğu nedeniyle bu tür işlerde kayıt dışılık son derece yaygındır. Hatta yüzde 95’lere varan kayıt dışılık oranıyla, en fazla kayıt dışılığın görüldüğü alanların başında gelmektedir. Bu sebeple mevsimlik tarım işçilerinin çoğunluğu maalesef sosyal güvenceden ve temel iş kanunu ve iş sağlığı ve güvenliği olanaklarından yoksun çalışmak zorunda kalmaktadır.

Gezici tarım işçilerinin önemli bir bölümünü kadınlar ve çocuklar oluşturmaktadır ve ciddi bir çocuk işçiliği riski söz konusudur. Fiziksel ve zihinsel gelişimlerini olumsuz etkilemesi nedeniyle çocukların mevsimlik tarımda işgücüne katılımı çocuk işçiliğinin en kötü biçimlerinden biri olarak değerlendirilmektedir. Aynı zamanda, Mart ayında başlayarak Ekim ayına kadar süren mevsimlik tarım işlerinde çalışan ailelerin sürece dâhil olan çocukları eğitim olanaklarından da geri kalmaktadır.

Son yıllarda geçici koruma altındaki Suriyelilerin sayısındaki artış ve mevsimlik gezici tarıma dâhil olmaya başlamaları ile sorun alanı genişlemiştir. Bu durum, çocuk işçiliğinde de ciddi bir artış riskini beraberinde getirmektedir. Bu durum, çok yakından takip edilmeyi gerektirmektedir.

Geçtiğimiz aylarda, TBMM Mevsimlik Tarım İşçilerinin Sorunlarını Araştırma Komisyonu, işçilerin çalışma ve yaşam koşullarını, çocuk işçiliğini de dikkate alarak bir rapor oluşturmuştur. Bizim de katkı verdiğimiz bu rapor, ILO’nun 184 Sayılı Tarımda Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi’nin onaylanmasını tavsiye etmektedir. Sözleşme mevsimlik tarım işçilerinin çalışma ve yaşama koşulları ile kadınlara ve genç işçilere yönelik -dolayısıyla çocuk işçiliğini engelleyici- hükümlere yer vermektedir. Bu bakımdan, sözleşmenin Türkiye tarafından onaylanmasının, sorunun çözümüne katkıda bulunacağını düşünüyoruz.

Söyleşi: Yasemin Dut