Ne onunla ne onsuz: Her yönüyle ‘dedikodu’

HUM by Night'ın ikinci buluşmasında “fiskos, dedikodu, söylenti” olgusu bir ekonomist, bir yazar ve bir psikiyatristin bakış açısıyla tartışıldı. 8 Mayıs Salı günü Demir Demirgil Salonu'nda gerçekleşen etkinliğe Ekin Tuşalp Atiyas moderatörlüğünde, Yankı Yazgan, Sema Kaygusuz ve Fikret Adaman katıldı.

Boğaziçi Üniversitesi’nin, modern dünyanın önemli konularını beşeri bilimler perspektifiyle inceleyen gelenekselleşmiş ‘Humanities’ dersinin öğrencilerin, mezunların ve Boğaziçi dostlarının katılımıyla gerçekleşen bir etkinliğe dönüştürüldüğü ‘Humanities by Night’ (HUM by Night) serisinin ikinci buluşmasında “fiskos, dedikodu, söylenti” konusu masaya yatırıldı. Demir Demirgil Salonu’nda yoğun katılımla gerçekleşen Hum by Night serisinin ikinci buluşmasının moderatörlüğünü Humanities programı öğretim üyelerinden Dr. Ekin Tuşalp Atiyas yaparken; etkinliğe yazar Sema Kaygusuz, psikiyatrist Yankı Yazgan ve Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Fikret Adaman katıldı.

Hum by Night buluşması, Boğaziçi Üniversitesi Elektrik Elektronik Mühendisliği Bölümü mezunu ve Pepsico Global İnsan Kaynakları Yönetim Hizmetleri ve Operasyonları Başkanı Ümran Beba’nın bir Boğaziçi mezunu olarak Humanities dersinin değerine değindiği ve dersin beşeri bilimlerle fen bilimlerini entegre edebilmesinin önemini vurguladığı video mesajıyla başladı.

Hum by Night etkinliğinin açılış konuşmasını ise Dr. Ekin Tuşalp Atiyas yaptı. Humanities dersinin Antik Mezopotamya’dan bugüne insanlık tarihini ve insanlığın kültürel birikimini inceleyen bir yapısı olduğunu vurgulayan Atiyas, “Bu formasyon çok daha iyi bir genetikçi, çok daha iyi bir mühendis; ama her şeyden önce çok daha iyi bir vatandaş ortaya çıkarır diye düşünüyoruz,” dedi.

“Başkalarını ve başkalarının bizim hakkımızdaki fikirlerini merak etmek doğal”

Sohbet havasında ilerleyen etkinlikte konu üzerine tartışmalarda ilk sözü Yankı Yazgan aldı. Dedikodunun kişiler arasında güçlü bir kontrat olduğunu söyleyen Yazgan, “Dedikodu birbirimiz hakkında değil başkaları hakkında olur. Bu süreçte birbirimizin beğenmediğimiz yönlerini açığa vurmayız. Bu anlamda sosyal ihtiyaçların karşılanması açısından dedikodu kişiyi iyi hissettiriyor. Kimi biyologlar bu noktada dedikoduyu sosyal bir hediye olarak tasnif ediyor.” dedi. İnsanların birbirini merak etmesinin on binlerce yıllık bir realite olduğunu vurgulayan Yazgan, “Hem başkalarını, hem de başkalarının bizim hakkımızda ne düşündüğünü merak ederiz. Sorunlu olan başkalarına olan merakın ortaya çıkmamasıdır. Başkalarına ve başkalarının bizim hakkımızdaki fikirlerine dair merak yokluğunun uç aşaması otizm” ifadelerini kullandı.

İnanmayı tercih ettiklerimizle dedikodu arasında bir ilişki olduğunu söyleyen Yazgan, “Dedikodu gerçekle ilişkimizle ilgili. Başkasını merak etmekle gerçeği merak etmekle aynı anlama gelmiyor. Bu belirsizlik bir yandan faşizan-totaliter yönetimleri davet ettiği gibi umuda da davet eden bir yöne sahip. Bu anlamda iki yönlü bir mekanizmayla karşı karşıyayız” ifadelerini kullandı. Gerçeğe ilgi duymanın kimi durumlarda dedikoduları yıkıma uğratıcı bir karakteri olduğunu belirten Yazgan, “Yine de bu zahmetli bir iş. Yaygın olana, kolay olana kayma eğilimindeyiz. Beğenilme arzusu anlaşılabildiğimize olan inancımız azaldığı ölçüde artar; dedikodu da bununla doğrudan ilişkili bir yapıya sahiptir.” dedi.

“Dedikodu, mekansallığını erişilebilecek kadar yakın; ama içine giremeyeceği kadar uzak bir noktadan kurar”

Dedikodunun bir karşılaştırma alanı kurguladığını vurgulayan Kaygusuz ise, “Bu karşılaştırma alanı için ortak bir mekân gerekiyor. Örneğin bir Finlandiyalı hakkında dedikodu yapmayız. Bu anlamda dedikodu, mekânsallığını erişilebilecek kadar yakın; ama içine giremeyeceği kadar da uzak bir noktadan kurar” ifadelerini kullandı. Dedikoduyu, Freud’un “küçük şeylerin narsizmi” tabiri üzerinden tartışan Kaygusuz, “Dedikodu çoğunluk olanın öteki üzerinde baskın olabileceği bir propaganda aracı olabileceği gibi şiddetin, faşizmin ve totalitarizmin de aracı olabilir. Ki bu noktada dedikodu, köken olarak olumsuzdur” derken, dedikodunun kayağını ‘ötekinin sezilen zayıflığından’ aldığı iddia etti.

Kaygusuz, “Spinoza etkin olduğumuzda kudretli olduğumuzu söylüyor. Ama olumsuz bir şey dinlerken edilgen ve kudretsiz oluruz. Dedikodu bize farkında olsak da olmasak da bir ‘değerler teklifi’ verir ve farkında olsak da olmasak da dedikoduya katıldığımızda bu teklifi satın almış oluruz” dedi.

Etkinlikte konuşan bir diğer isim ise Fikret Adaman’dı. Dedikodu olgusunu ekonomik bir temelde tartışan Adaman; kapitalist toplumlarda gıda, barınma vb. temel ihtiyaçlarımız dışındaki tüketimin önemli bir kısmının başkalarına öykünerek yapıldığının altını çizdi. “Öykündüklerimiz genelde sosyo-ekonomik açıdan kendimize yakın bulduğumuz insanlardır” diyen Adaman, ‘Bu insanların tüketim alışkanlıklarının, giyindiklerinin, tatile gittikleri yerlerin dedikodu yoluyla aktarılabildiğini, bunun bizim de düşünme biçimimizi şekillendirdiği’ söyledi.

“Sistem spekülatif kazançlara imkan verdikçe dedikodunun iktisattaki önemi artıyor”

Spekülatif kazanç yaratma imkânlarının fazlasıyla arttığı bir ekonomik sistem içerisinde yaşadığımızı da belirten Adaman, “Temelde finansal kriz dönemlerinde finansal krizin müsebbipleri kazanç sağlıyor. Sistem bu tür spekülatif kazançlara imkan verdikçe dedikodunun iktisattaki önemi de artmış oluyor. Yani dedikodu yalnızca geçmişle ilişkili değil, geleceği de biçimlendiren bir rol oynayabiliyor” ifadelerini kullandı. Dedikodunun spekülatif kazanç sağlama imkanı vermesinin yanı sıra, enformel kontratlarda uygulamayı zorlayıcı bir niteliği de olabildiğini söyleyen Adaman, “Örneğin birine borç verdiğimizde, paramızı geri alamazsak bu konuda dedikodu yapıldığında dedikodu yapıcı bir rol oynayabiliyor. Enformel kontrata sadık kalmayan kişinin itibarını zedeleyebiliyor; zorlayıcı ve ahlaki bir temele oturabiliyor” dedi.

Haber: Sinan Cem Deveci / Kurumsal İletişim Ofisi

Fotoğraflar: Kenan Özcan