“Türkiye’de mütedeyyin ve seküler ailelerin ortak yönleri çok!”
Her yıl akademisyen, gazeteci ya da çevirmen 60’a yakın ismi ağırlayan İnsani Bilimler Enstitüsü’nün temel amacının farklı disiplinlerden araştırmacıları bir araya getirmek olduğunu vurgulayan Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Biray Kolluoğlu, enstitünün bu amaca uygun olarak sunumların ve akademik toplantıların yanı sıra katılımcıları her gün öğle yemeğinde buluşturduğunu ve böylece farklı konuların konuşulduğu bir ortam yarattığını ifade ediyor.
“Sınıfsal düzeyde ayrışmaların birleştiği yerler var mı?”
Prof. Kolluoğlu çalışma alanını nasıl formüle ettiğini şu şekilde anlatıyor: “Türkiye’nin sosyolojik olarak son derece ilginç bir dönemden geçtiğini hepimiz gözlemliyoruz. 2000’li yıllarda İstanbul’a geldiğimde kentsel dönüşüm ve toplumsal ayrışma en çok tartışılan konulardan biriydi. İstanbul mekânsal ve sınıfsal olarak çok hızlı bir ayrışma sürecinin içine girmişti. Kapalı sitelerde ikamet edenlerin sayısı artmaya, farklı sosyal sınıf ve kimlik gruplarının yaşadıkları, kullandıkları mekânlar ayrışmaya ve insanlar kendilerine benzer olanlarla birlikte yaşamayı tercih etmeye başlamışlardı. Sosyologlar o dönem bu kutuplaşmanın çok ciddi siyasi, kültürel ve sosyal sonuçları olacağını göstermek için uğraşıyorlardı. Ben de bu sosyal ve mekânsal ayrışma ve bu ayrışmanın sonuçları üzerine çalışarak bu tartışmaya katkıda bulunmaya çalıştım. Ancak günümüzde artık bu kutuplaşmanın ötesini düşünmeye başlamak gerektiğine inanıyorum ve bana bunun ipuçlarını verebilecek bir konu formüle etmeye çalıştım.”
Araştırmasını “Toplumsal kutuplaşmanın ötesinde düşünebilir miyiz?” sorusu etrafında temellendirdiğini belirten Prof. Dr. Kolluoğlu, “Üst ve alt sınıf pratiklerinin benzeşeceği yerin ‘annelik-babalık’ pratikleri olacağını düşündüm. Bu nedenle, üst ve orta sınıf aileler arasından kendilerini mütedeyyin ve seküler olarak tanımlayan ebeveynlerin pratik ve değerleri üzerine araştırma yapmaya başladım. Bu süreçte 16 mütedeyyin aileyle görüştüm. Görüşmeler sırasında kimileriyle sonradan da ilişkilerimin devam ettiği bir ortam oluştu, benim için heyecanlı ve öğretici bir tecrübeydi. Hâlihazırda seküler ailelerle yaptığım görüşmeleri tamamlamak üzereyim” dedi.
“Niceliksel terimlerin çerçevesine hapsolmak istemedim”
Çocuk eğitimine ve boş zamanına yatırım yapan üst ve orta sınıf ailelerin farklılaşması konusunu araştırırken niceliksel terimlerin çerçevesine hapsolma tehlikesi bulunduğunu vurgulayan Prof. Dr. Biray Kolluoğlu, özellikle günümüzde sosyal bilimlerdeki niceliksel ve niteliksel yöntem kutuplaşmasının tehlikeli bir noktaya geldiğini belirterek şunları anlattı: “Üst-orta sınıfı nasıl tanımlayacaksınız? Bunu sadece gelir düzeyine indirgerseniz, örneğin aylık geliri görece düşük olmasına rağmen parçası olduğu sosyal ağların imkânlarını mobilize ederek kapalı bir sitede oturan bütün çocuklarını özel okullarda okutup, müzik ve spor dersleri aldıran bir aileyi bulamazsınız.”
Kendilerini mütedeyyin olarak tanımlayan aileler ile yaptığı görüşmelerde mütedeyyin olmaya dair göstergelerin “evin içindeki dekorasyondan tutun, ibadetin günlük hayata entegre edilmesine, çocuklara verilen değerler eğitimine kadar geniş bir skalada” ortaya çıkabildiğini belirten Prof. Dr. Biray Kolluoğlu araştırmasının analizini Viyana’da bulunacağı dönemde yapmayı planladığını ekledi. Ancak görüşmelerinde iki grubun da şimdiden belirgin olarak çok sayıda noktada ortaklaştığını vurguladı: “Örneğin seküler ve mütedeyyin ailelerin tüketim tutum ve pratiklerinin çok benzediğini gördüm. Çocukların ekran ile kurdukları ilişkiler de hiç farklı değil. Şimdilik görebildiğim bariz farklardan biri ise mütedeyyin aileler çocuklarına kendi değerlerini aktarmada başarılı olacaklarına dair inanç sahibiyken seküler aileler bu konuda çok endişeliler.”
Mütedeyyin ailelerin ülke geleceğine de daha olumlu baktıklarını belirten Kolluoğlu, “Mütedeyyin aileler eğitim sistemine daha çok güveniyor ve çocuklarının yurtdışında eğitim almaları konusunda özel plan veya hazırlıklar içinde değiller. Bu konuda anne veya babanın yurtdışına daha önce çıkıp çıkmaması da fark etmiyor. Örneğin, görüştüğüm ailelerden birinde başörtüsü yasağından dolayı Türkiye’de eğitim göremeyip Viyana’da okumuş bir anne vardı. O da çocuğunun yurtdışında eğitim görmesi konusunda istekli değildi. Seküler aileler için ise durum tam tersi, ” sözlerini kullandı.
Çoğunlukla ilkokul çağındaki çocuklara sahip ailelerle görüştüğünü belirten Kolluoğlu, aileleri seçerken çocukları eğitim sistemine dâhil olmuş aileleri seçtiğini dile getirdi: “4 ve 6 yaşlarında çocukları olan iki aileyle görüştüm, onların dışında görüştüğüm ailelerin çoğunluğunun çocukları henüz ilkokuldaydı. Hem mütedeyyin hem seküler ebeveynlerde çocuklarının lise eğitimine dair yüksek bir endişe var, her iki gruptan aileler de çocuklarının lisede iyi bir eğitim almasını istiyorlar.” Prof. Dr. Biray Kolluoğlu ayrıca, ailelerin çocukların boş zamanlarını değerlendirmeleri için de benzer aktivitelere yönelttiğini ekledi.
Ortak tema: Mutlu olmak
İki grup da çocuklarına en iyi eğitimi vermek ve onların çok farklı alanlara açılmaları için aile kaynaklarının büyük bir kısmını ayırırken, iki grubun da çocukları için gelecek hayallerinin “sadece mutlu olmaları” şeklinde ortaklaşmasının ilginç olduğunu belirten Prof. Dr. Biray Kolluoğlu, “Mütedeyyin aileler de seküler aileler de başarı veya maddi kazanç ötesinde çocuklarının sevdikleri işte çalışmalarını, sevdikleri aktivitelerle meşgul olmalarını istediklerini özellikle vurguladılar. Bunca emek, gayret, rekabet ve sonunda ‘mutlu olsun da ne olursa olsun,’ diyen anne babalar… Bunun üzerine düşünmek gerekiyor” ifadeleriyle gözlemlerini aktardı.