Osmanlı Toplumunun Sosyal Medyası: Kahvehaneler

Boğaziçi Üniversitesi mezunlarına yönelik geçtiğimiz yıl düzenlenmeye başlanan “Mezunlarla Açık Dersler”, Şehrin Halleri serisiyle bu yıl da mezunları kampüste buluşturmaya devam ediyor. “Kent ve Sosyalleşme: Osmanlı İstanbul’unda Kahvehaneler” başlıklı konuşmasıyla 25 Kasım’da serinin ilk dersini veren Boğaziçi Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü öğretim üyesi Prof. Dr. Cengiz Kırlı, 400 yılı bulan serüveniyle kahve içmenin ve kahvehanelerin nasıl sosyalleşme mekânları haline geldiklerini anlattı.

BU+ Etkinlikleri kapsamında düzenlenen Mezunlarla Açık Derslerin ilk serisi geçtiğimiz yıl “Ekonominin Halleri” temasıyla gerçekleşmişti. Mezunların kampüsü yeniden yaşamaları ve üniversitede gerçekleştirilen araştırmalardan haberdar olmaları fikriyle düzenlenen derslerin bu yılki teması ise “Şehrin Halleri.” Sosyoloji, tarih, siyaset bilimi ve Türk edebiyatı gibi farklı disiplinlerden akademisyenlerin konuşmalarını içerecek olan “Şehrin Halleri” serisi, İstanbul’u tarihi, sosyolojik süreçleri ve edebiyatıyla bir bütün olarak ele alan bir seminer serisi olmayı hedefliyor.

Serinin ilk konuşması, Osmanlı İstanbul’unda kahvehanelerin sosyalleşme ve kamuoyu oluşturma mekânları olarak sahip oldukları rolü aktaran Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü öğretim üyesi Prof. Dr. Cengiz Kırlı tarafından verildi. “Şehrin Halleri” serisi hakkında katılımcıları bilgilendiren Boğaziçi Üniversitesi Rektör Danışmanı Prof. Dr. Zafer Yenal ise “Prof. Dr. Cengiz Kırlı sıradan bir tarihçi değildir,” ifadeleriyle Kırlı’nın akademik çalışmaları hakkında bilgi verdi. 2003 yılından beri Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü bünyesinde ders vermekte olan Cengiz Kırlı’nın Yolsuzluğun İcadı: 1840 Ceza Kanunu, İktidar ve Bürokrasi ve Sultan ve Kamuoyu: Osmanlı Modernleşme Sürecinde “Havadis Jurnalleri” başlıklı kitapları da bulunuyor.

Afrika’dan Avrupa’ya kahvenin yolculuğu

Kahvehanelerin kent yaşamında oynadığı rolü açıklamadan önce kahvenin nasıl popüler bir içecek haline geldiğini anlatan Prof. Dr. Cengiz Kırlı, çok uzun bir geçmişe sahip kahve hakkında bildiklerimizin sınırlı olduğunu belirtti: “Kahve bitkisinin ilk olarak Doğu Afrika’da var olduğunu ama orada içecek olarak değil tıbbi amaçlarla kullanıldığını biliyoruz. 1450’li yıllardan itibaren ise Yemen’de kahvenin içecek olarak tüketildiği görülüyor; ancak o dönemde henüz kahvehaneler mevcut değil, uyarıcı etkisinden dolayı kahve daha çok gece yapılan zikir törenlerinde bir ritüel olarak tüketiliyor. Yemen’den sonra ise Mısır, Halep ve Şam gibi İslam coğrafyasının önemli kentlerine yayılıyor.”

Kahvenin İslam coğrafyasından çıkıp küresel bir içecek haline gelmesini sağlayan durağın ise İstanbul olduğunu vurgulayan Kırlı, “Kahvenin 1550’li yıllarda İstanbul’a geldiğini anlıyoruz, 1630’lu yıllardan itibaren ise 100 yıllık geçmişiyle kaynaklarda adı geçmeye başlıyor. İlk kahvehane 1650 yılında Oxford’da, daha sonra ise 1652 yılında Londra’da açılıyor. Bu kahvehaneleri açan kişiler Osmanlı coğrafyasında yaşamış Ermeni ve Rumlar. İngiltere’den sonra Amsterdam, Paris ve Viyana gibi kentlerde de kahvehanelerin açıldığını ve kahve içme kültürünün hızlı bir şekilde Avrupa’da yaygınlaştığını görüyoruz,” ifadeleriyle kahvenin Avrupa’daki serüvenini aktardı.

“Kahvenin popülerleşmesi ancak ona eşlik eden sosyalleşme formlarıyla anlaşılabilir”

Kahvenin İstanbul’da da kısa bir sürede popülerleştiğini belirten Prof. Dr. Cengiz Kırlı, kahvenin İstanbul yolculuğuyla ilgili en çok referans verilen kaynaklardan biri olan vakanüvis İbrahim Peçevî Efendi’nin yazılarından bazı bölümleri de dinleyicilerle paylaştı. “İbrahim Peçevî Efendi’nin yazdıklarından anlıyoruz ki kahve içmek bir kahvehanede yapılan faaliyetlerden sadece biri, belki de en önemlisi bile değil. Kahvehaneler tavla ya da mangala oynamak, yazı yazmak, çengi oynatmak gibi farklı faaliyetlerin yapıldığı yerler olarak İstanbul kent hayatında önemli bir yer alıyor,” ifadelerini kullanan Kırlı, kahvenin Avrupa’daki popülerleşme sürecinin de kahveye menkul olmayan farklı faktörlere bağlı olduğunu vurguladı.

Kahvenin Avrupa’ya geldiği dönemde gündelik hayatta büyük miktarda tüketilen bira, tütün, çay ve çikolata gibi rakiplerinin yanında popülerleşmesinin önemli bir başarı olduğunu belirten Kırlı, kahve tüketiminin değişen kent hayatıyla birlikte arttığını ifade etti: “16. yüzyıl itibariyle artan şehir nüfusu, yeni merakları ve yeni sosyalleşme ihtiyaçlarını da beraberinde getiriyor. O dönemde sosyalleşmek dışarı çıkarak tanımadığınız ama aynı kaygıları paylaştığınız insanlarla karşılaşmak demek ve kahvehaneler bu noktada bu insanlarla bir arada bulunabileceğiniz mekânlar olarak öne çıkıyor. Kahvenin popülerleşmesi uyarıcı olması ya da başka bir fizyolojik özelliği sayesinde gerçekleşmedi, bu süreç ancak ona eşlik eden sosyalleşme formları etrafında anlamlandırılabilir.”

Osmanlı toplumunun ilk seküler toplanma mekânları

Kahvenin Osmanlı coğrafyasına girdiği ilk zamanlarda çok problemli olmasa da kısa bir süre sonra statüsünün değiştiğini ifade eden Prof. Dr. Cengiz Kırlı, kahvenin şeyhülislamlık makamı tarafından çekirdekleri kömür derecesine geldiği nedeni öne sürülerek haram ilan edildiğini ve kahvehanelerin de yasaklandığını aktardı. “Kahvenin yasaklanması demek aslında kahvehanelerin yasaklanması demek. 1580’li yıllardan itibaren kahvehanelerin otoriterlerle ilişkisinde sorunlar görülmeye başlanıyor ve her 30-40 yılda bir yaşanan iktisadi ve sosyal krizlerin faturası büyük ölçüde kahvehanelere taşınıyor,” ifadelerini kullanan Kırlı, kahvehanelerin ilk seküler toplanma mekânları haline gelmeleri nedeniyle siyasi otoriteler tarafından sorunlu görülmeye başlandığını belirtti.

Prof. Dr. Cengiz Kırlı, “Önceden toplanma mekânları camilerdi. İlk defa kahvehanelerle birlikte dünyevi bir sosyalleşme mekânı ortaya çıkıyor. Bu alan seküler olmasının ötesinde siyasi otoritelerin kontrolü altında olan bir alan da değil,” ifadeleriyle kahvehanelerin kontrol edilemeyen ve kalabalıkların bir araya geldiği yerler olmaları nedeniyle kahve üzerine yürüyen tartışmalarda asıl özne olduklarını vurguladı.

Osmanlı İstanbul’unda kahvehanelere kimler gidiyordu?

Kahvehanelere dair yasakların artmasıyla toplumun elit ve entelektüel sınıfının kahvehanelere daha az gitmeye başladığını paylaşan Prof. Dr. Cengiz Kırlı, bu değişimle birlikte kahvehanelerin gerçek müşterilerinin yoksul, alt ve orta sınıf olmaya başladığını belirtti: “Göçler sonucu yaşanan nüfus artışı kahvehanelerin sayısını artırıyor ve kahvehaneler hem göçlerle gelen insanların hem de şehirde yaşayan yoksul sınıfların daha çok gittiği yerler haline gelmeye başlıyor. 17. yüzyılın ikinci yarısından itibaren entelektüellerin kahvehanelerden çekilmeye başladığını görüyoruz.”

1792 yılında yapılan bir sayımda İstanbul’daki 13 bin dükkânın 1670 tanesinin kahvehane olduğunu belirten Kırlı, kahvehanelerden sonra en çok bulunan berber dükkânlarının da çoğunlukla kahvehane işlevi gördüğünü vurguladı. Kırlı, Müslümanların sadece kahvehaneye, gayrimüslimlerin ise sadece meyhaneye gittiğine yönelik algının yanlış olduğuna da dikkat çekti: “Meyhaneye giden epey Müslüman olduğu gibi kahvehaneye giden çok sayıda gayrimüslim de vardı. 18. yüzyıldan bir tasvir bir kahvehanede Mevlevi dervişlerini, yeniçeri ağalarını ve Ermenileri birlikte gösteriyor. Kahvehanelerin farklı gruplar arasında eşitlikçi bir ortam yarattığını iddia etmiyorum; ama seyyahların anlatılarından anladığımıza göre Avrupa’daki salonlar gibi sosyalleşme mekânlarına kıyasla kahvehaneler daha kapsayıcı bir profile sahipti.”

Kahvehanelerin sadece kahve içilen bir yerden ibaret olmadığını hatırlatan Prof. Dr. Cengiz Kırlı, iş aramak, işçi bulmak, sohbet etmek ya da eğlenmek gibi farklı eylemler için kahvehanelerin ilk adres olduğunu belirtti. Eğlence söz konusu olduğunda Karagöz ve orta oyunu gibi performansların da çoğunlukla kahvehanelerde icra edildiğini ifade eden Kırlı, “Karagöz kahvehanelerin vazgeçilmez oyunlarından biriydi; ancak o zaman bugün anladığımız gibi bir çocuk eğlencesi olarak icra edilmiyordu. Hayalci, dönemin siyasi meselelerine göre oyunu icra ediyor ve günün siyasi karakterlerini de oyunların bir parçası haline getiriyordu,” sözlerini ekledi.

Halkın haber alma mekânı olarak kahvehaneler

Sosyal medyanın olmadığı bir dönemde kahvehanelerin kamu için güncel olaylar hakkında bilgilenme mekânı olarak işlev gördüğünü vurgulayan Cengiz Kırlı, kahvehanelerin bu yönüyle siyasi merkezler haline geldiklerini de ekledi: “Yeni kurulan kahvehanelerin yüzde 42’sini yeniçeriler işletiyordu, yani herhangi bir padişahı eyleme geçmeden önce iki kere düşündüren en önemli unsur kahvehanelerin sahibiydi. Örneğin, 1730 yılındaki Patrona Halil İsyanı bir yeniçerinin kahvehanesinden, 1807’deki Kabakçı Mustafa İsyanı da At Pazarı’ndaki bir kahveden başlamıştı.”

Kahvehanelerin siyasi merkezler olarak işlev görmelerinin iktidarlar tarafından hafiyeler gönderilerek izlenmelerine yol açtığını paylaşan Kırlı, 1840 itibariyle farklı bir amaçla izlenmeye başladığını belirtti: “1826’da Yeniçeri Ocağı yıkıldığı zaman kahvehaneler de tarihinde son kez yasaklandı. 1840’tan sonra da iktidarlar kahvehaneleri izlemeye devam ettiler ama insanları cezalandırmak ya da kahvehaneleri kapatmak için değil; kamuoyunun nabzını tutmak için. Jurnalciler kahvehanelere giderek konuşmaları dinliyorlardı ve öğrenilenler padişaha kadar gidebiliyordu. Kahvehaneler artık halkın nabzının tutulduğu dönemin araştırma şirketleri olmuştu.”

Kahvehanelerin kamu içi haber alma ve iktidarlar için de kamuoyunun nabzını tutma mekânları olması nedeniyle dönemin sosyal medyası gibi görülebileceğini belirten Prof. Dr. Cengiz Kırlı, kahvehanelerin uzun süre bu işlevlerini koruduklarını belirterek konuşmasını tamamladı.