Altın Portakal’da En İyi Kadın Oyuncu seçilen Selen Uçer: ‘’Bu coğrafyadaki hikâyeler hiçbir yerde yok’’

Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları’ndan yetişen ve profesyonel oyunculuk kariyerine çok sayıda ödülle beraber başarılı işler sığdıran Selen Uçer, 56.Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü kucakladı.
Kenan Özcan

Altın Portakal ile bugüne dek aldığı ödüllere bir yenisini ekleyen deneyimli oyuncu Selen Uçer’in geçmiş yıllarda Afife Jale, İsmet Küntay, Direklerarası, Sadri Alışık, Adana Altın Koza Film Festivali ve Ankara Uluslararası Film Festivali’nden ödülleri bulunuyor. Sinema, dizi ve tiyatro gibi farklı mecralarda çalışmalarını sürdüren Selen Uçer, kimya mühendisi bir anne-babanın kızı olarak üniversite eğitimini kimya alanında aldı. Lise yıllarından beri aklına koyduğu oyunculuğa Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları'nda (BÜO) ve yarı zamanlı olarak İstanbul Üniversitesi Konservatuarı’nda devam etti.

9, Ara, Gölgesizler ve Nar gibi filmlere imza atan yönetmen Ümit Ünal’ın imzasını taşıyan ‘’Aşk, Büyü, vs’’deki performansıyla sinemamızın en köklü, saygın ödüllerinden Altın Portakal Ödülü’ne değer bulunan Selen Uçer ile sohbetimizde Boğaziçi’ndeki öğrencilik yıllarından, oyunculuktaki hedeflerine ve yeni projelerine uzandık.

Boğaziçi Üniversitesi Kimya Bölümü'nden mezun oldunuz. Ancak sizi tiyatro, sinema ve dizi oyuncusu olarak imza attığınız başarılı işlerle tanıyoruz. Oyuncu olmaya nasıl karar verdiniz?

İTÜ'lü iki mühendisin çocuğuyum. Lise yıllarından beri oyuncu olmayı düşünüyordum. Ancak o dönem konservatuvara gitmem bile aile içinde radikal bir karar olacaktı. Ben de LYS'ye girdim. Boğaziçi, Türkiye'nin en iyi ve uluslararası üniversitesiydi. Genç bir insan olarak Boğaziçi'nden çok etkilenmiştim. Aslında oyunculuk okumayı düşünüyordum ama Boğaziçi'nde böyle bir bölüm yoktu. Ben de kendimce yarı espriyle şuna karar verdim: Bir yükseköğretim tahsili almak hangi mesleği yapıyorsan yap her insan için gerekliydi. Bu nedenle üniversitede olabilecek en donanımlı eğitimi almaya ve bir yandan da yarı zamanlı konservatuvarda okumaya karar verdim. Boğaziçi Kimya Bölümü'nü kazandım ve İstanbul Üniversitesi'nde de yarı zamanlı okumaya başladım. Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları o dönemde, Robert Kolej’in oyunculuk geleneğinden de beslenen bir yapı olarak, üniversite tiyatrosunda çok etkiliydi, şimdi ve her zaman da öyle aslında. Birçok oyuncu oradan yetişti.

Çok genç yaşta ne olmak istediğinize dair net bir şekilde bir hedef koymuşsunuz aslında önünüze değil mi?

Aslında şimdi düşünüyorum da müfredatımı kendim yaratmışım. Şan-ses çalışmasını İstanbul Üniversitesi'nde yapmışım. BÜO'da oyunculuk çalışmışım, arada kimya üzerine bazı bilgilerim olmuş. En yakın arkadaşlarımı da böylece kazandım ve aslında onların desteğiyle mezun oldum. Birçok insanın emeği vardır okulu bitirmemde.

Boğaziçi'nde farklı disiplinlerde lisans alıp daha sonra başka yönlere giden birçok arkadaşımız oldu. Film sektörünü düşünecek olursak Sinema Kulübü’nü, Altyazı'yı oluşturan ekibi, başta Emin Alper olmak üzere bazı yönetmenleri sayabiliriz. Biz Emin Alper ile dönem arkadaşıydık. O da önce mühendislik okudu, sonra ekonomiyi bitirdi. Ayrıca fen lisesi çıkışlıdır.  Emin Alper ile laboratuvar partneriydik ve bana çok desteği olmuştur.

Boğaziçi'nden mezun olduktan sonra neler yaptınız?

Mezuniyet öncesi, okuldaki son senemde Tiyatro Boğaziçi'yle Can Yücel'in çevirisinden Shakespeare’in Fırtına'sını çıkardık. Ben de orada ilk başrolümü oynadım. Hatta sektörden sonra beraber çalıştığım birçok insan beni ilk defa orada izlediğini söyledi. Mezun olduktan sonra Bilgi Üniversitesi Müzik Bölümü'nde asistanlık yaptım, Levent Kırca Tiyatrosu'nda oynadım. 2000’de Chicago’ya gittim, Roosevelt Üniversitesi’nde burslu olarak oyunculuk ve tiyatro alanında yüksek lisans yaptım. Çeşitli tiyatrolar ve operalarda önemli rollerde oynadım, doğaçlama komedi grupları ile çalıştım. 2002’de New York’da prestijli off-Broadway tiyatrolarından biri olan, Ensemble Studio Theatre’da stajyer oyuncu olarak sahneye çıktım. Genç bağımsız sinema yönetmenlerinin projelerinde oyunculuk yaptım.

Ve profesyonel oyuncu olarak sektöre girdiniz. Sizi tiyatro, dizi, sinema gibi farklı mecralarda görüyoruz. Oyunculuğun hemen her alanında varsınız…

Oyunculuğun çeşitli kullanım alanları var diye düşünüyorum. Para kazanma alanı televizyon oluyor bu ülkede. Bir yandan bu bir sanat, en zorlayıcı kısmı da sinema. Beni hep sinema heyecanlandırdı. Hayran olduğum bir yönetmenin filmiyle, Ümit Ünal'la sinemaya başladım ve yaptığımız ilk film olan Ara ile 2008'de Altın Koza'da En İyi Kadın Oyuncu Ödülü aldım.

Birçok söyleşinizde vurguluyorsunuz, Ümit Ünal’a olan sevginizi… Sizi hangi yönleriyle etkiledi?

Ben Ümit Ünal'ı tanımadan da seviyormuşum, kendisine de bunu söylüyorum. İşlerini çok seviyordum zaten. Birçok yönetmeni beğenerek büyüyoruz, hayran olduğum hem dönemdaşım hem eski Türk sineması geleneğinden yönetmenler var; Lütfi Akad, Atıf Yılmaz, Ertem Eğilmez, Metin Erksan gibi... Hepsi başka ekoller ama Ümit'le zaten tanışıyormuş gibiydim. Senaryosunu yazdığı her film benim için çok başkaydı. Atıf Yılmaz'ın birçok filminde de öyle hissederim ki Ümit Ünal da zaten onun asistanı olarak girmiş sektöre. 

ABD’den Türkiye'ye döndükten sonra Beyoğlu’nda Kaktüs'te tanıştık Ümit Ünal ile. Anlat İstanbul'u çekerken bir oyuncu arıyordu. Benim yanımda bir oyuncu arkadaşım vardı, o olmadı. Bana "Gel sen de Külkedisi hikâyesinde küçük bir rol oyna," dedi.  Böylece sinema kariyerim başlamış oldu. Ondan sonraki seneler boyunca Ümit Ünal ile hep iletişim halindeydik ama Ara’dan sonra yeniden bir film için buluşmak için 12 sene geçmesi gerekti. Birlikte iyi bir film çıkardık.  Yeşilçam hikâyelerini temel aldık ve doğal oyunculukla oynadık. Bu coğrafyada yaşanan dramaları anlattık aslında. Hepimizin hayatlarında olan dramalar. O nedenle hep derim "Hayatımı yazsam kitap olur" lafı herkes için geçerlidir bu coğrafyada.

Coğrafya demişken, siz oyuncu olarak buradan nasıl besleniyorsunuz?

Nefis bir yer burası, buradaki hikâyeler hiçbir yerde yok. Hem oyuncu olarak hem de yazar olarak baktığınızda burada çok özel bir malzeme var. Ben daha uluslararası işler de yapmak istiyorum, Almanca da oynayabilirim, İngilizce de oynayabilirim. Oyunculukta artık daha uluslararası bir platform oluştu. Ancak çok rekabetçi bir iş oyunculuk. Türkiyeli oyuncu olarak yurtdışında bir şey yapacaksan politik lobilerden çok bağımsız olamıyorsun. Oyuncu olarak önce kendine ve kendi kimliğine sahip çıkıp sonra onun içini doldurmak gerekiyor. Türk sineması son 15-20 yıldır aslında kendi hikâyelerini anlatmaya başlayınca yükselişe geçti.  Dolayısıyla o hikâyeye sahip çıkmak çok önemli.

‘’Aşk, Büyü vs.’’ oldukça zor bir hikâyeye benziyor, iki kadın arasında yaşanan bir aşk hikâyesi. İzleyici nasıl tepki verdi?

Yeşilçam klişelerinden beslenen bir ‘’zengin kız, fakir oğlan’’ hikâyesi ama oğlan yerine yine kız var bu hikâyede. Antalya'da izleyici çok sevdi, ağlayanlar oldu, çok şaşırtıcıydı. Ümit bir yandan bu ülkeli biri olarak duyguya yoğunlaşmıştı. Bambaşka tarz işler yöneten bir sinemacı arkadaşım ilk defa hikâyeyi kahramanlarının kadın olduğunu unutarak izlediğini söyledi. Sanıyorum Antalya'da izleyiciye bu duygu geçti, ki önemli olan da buydu.

Antalya’daki ödül konuşmanızda kadın ve erkeğin eşit şartlarda yan yana olacağı bir dünyayı talep ettiniz. Özellikle kadına karşı şiddetin her gün artarak gündemimizde olduğu günlerde etkileyici bir konuşmaydı…

Çok uzun zaman bu konuyla ilgili çok susuldu ve bu ekstrem noktaya gelmenin sebebi de bu susma hali. Bu yönetimlerin sorumluluğu ve suçu. Şiddete başvuran insanlar hasta bireyler. Onları yetiştiren kültür ve aile yapısından dolayı hastalanmışlar ve böyle çok sayıda insan var bu ülkede. Bu noktaya beraber gelindi, o yüzden ben sadece kadınlar demek de istemiyorum ama kadınlar öldüğü için önce onlar... Özellikle bu ataerkil toplumda kadınların susması öğretilerek büyütüldüğü için konuşmamda ‘’Korkmadan kendini ifade eden kız çocukları’’ diye ifade ettim.  Kız ve erkek çocuklar eşit büyüsün ki eşit anlasınlar hayatı.

Dizilerdeki şiddet, gündelik hayattaki şiddetin artmasında etkili olabilir mi, siz sektörün içinden biri olarak nasıl görüyorsunuz?

Etkiliyor olabilir ama tek neden diziler olamaz tabii. Eskiden Dostlar Tiyatrosu bir oyun oynadığından ondan sonraki üç gün o konuşulurmuş. Şimdi diziler konuşuluyor. Evet, dizi daha çabuk tüketilen bir anlatım ama aynı zamanda bir sorumluluk meselesi de. Ben bu sene Maltepe Üniversitesi'nde ders vermeye başladım, oradaki çocuklar Selena ile büyümüş. Şimdiki çocuklar ise televizyonda birbirini öldürenleri görerek büyüyor. Haberlerden dizilere şiddetin sürekli gösterildiği bir zamandayız maalesef. Öte yandan Türkiye'de Çukur gibi bir dizi de yapılıyor ve bu açıdan iyi bir örnek olduğunu söyleyebilirim Çukur'un. Seyirci erkek dünyasını, son derece maço bir dünyayı izliyor ama bunu yine de her bakımdan kontrollü yapan bir dizi Çukur. Her sezon finalini büyük bir sosyal sorumluluk projesiyle yapıyorlar. Ben de dizide beş bölüm oynadım. İşin içinde Ay Yapım gibi Boğaziçililerin sayıca çok olduğu bir yapım şirketi söz konusu ve sürekli düşünen, gelişen bir ekip var. Bu işin bir parçası olmaktan ben de ayrıca gurur duyuyorum.

Aynı zamanda Das Das’ta sahnelenen ‘’Güle Güle Diva’’ adlı tek kişilik bir oyununuz var ve farklı kadın karakterlere hayat veriyorsunuz. Biraz oyundan da bahsedelim…

Yaklaşık bir buçuk sene boyunca oyunun yazarı Firuze Ergin ile ara ara buluşarak hikâyeyi beraber düşündük. O bir şeyler yazdı, ben yazdıkları üzerine doğaçlamalar yaptım, sonra o benim doğaçlamalarımdan bir şeyler aldı ve son metni oluşturdu. Ana hikâye tamamen onu yaratısı. Beni zorlayacak bir roldü ama beni başka seviyeye taşıyan bir oyun olduğunu düşünüyorum.

Yolda yeni projeler var mı?

Sinema benim için en heyecan verici, en kalıcı, en zorlayıcı, en özel alan. Buradan özel projeler olabilmesini hayal ediyorum, onun dışında televizyonda daha etkili işler yapmak ve daha çok insana ulaşabilmek istiyorum. "Güle Güle Diva" da benim için bir dönüm noktası oldu.  "Güle Güle Diva" gibi buradan çıkan ve herkesi etkileyecek bir proje içinde olmayı çok isterim. Netflix gibi dijital platformların geleceği çok parlak, o platformlarda buraya ait hikâyeleri anlatacağımız projelerde olmak isterim.