BGST Tiyatro’dan yeni proje: Kadınlardan kâinata, kalemden kalbe ulaşan ses…

‘’K’nın Sesi’’. ''Kimilerinin, kadınların, kuirlerin, kız kardeşlerin; sadece koronanın, karantinanın değil kâinatın, kavganın, kanunun, keşfin, kuşun, kanadın; kâğıdı, kalemi, klavyeyi aşan kemandan, kastaniyetten, klarinetten taşan kulağa, kalbe ulaşan sesi''... Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu’nun yeni projesi ‘’K’nın Sesi’’, salgın döneminde ses tiyatrosu formunda kısa oyunlarla dinleyicilerle buluştu. Duygu Dalyanoğlu (BÜ ’09) tarafından monolog formunda kaleme alınan oyunların her birini BGST Tiyatro’dan farklı bir oyuncu seslendirdi. “K’nın Sesi” projesinde usta oyuncu Ayla Algan da yer aldı. ’K’nın Sesi’’ 13 Ağustos'ta ilk defa canlı performansla Sabancı Müzesi'nde izleyici karşısına çıkıyor.

York Üniversitesi (İngiltere) tarafından desteklenen seride Karantina Psikolojisi ve Toplumsal Cinsiyet, Korona Sürecinde LGBTİ+ Deneyimleri, Şiddet, Kadın Emeği, Yaşlı Hakları ve Sağlığı, Salgın Tarihinde Kadınlar gibi temalar ele alınıyor. Duygu Dalyanoğlu (BÜ ’09) tarafından monolog formunda kaleme alınan oyunların her birini BGST Tiyatro’dan farklı bir oyuncu seslendirdi. Oyunların ses tasarımı ve müziğini Beril Sarıaltun (BÜ’17), jenerik seslendirmesini Feryal Öney (BÜ’ 93), her bölüme özel hazırlanan görsel tasarımları ise Dilek Şenyürek gerçekleştirdi. Duygu Dalyanoğlu’nun yazdığı ve yönettiği “K’nın Sesi”nde usta oyuncu Ayla Algan da yer aldı.  

13 Ağustos’ta saat 19.00’da Müze’de Sahne kapsamında Sakıp Sabancı Müzesi’nde ilk defa canlı sahnelenecek performansta, Büşra Karpuz (BÜ’19), Nihal Albayrak (BÜ’10) ve Zeynep Okan (BÜ’99) yer alacak.

Üç boyutlu ses tasarımı ile hazırlanan oyunlar, dinleyiciyi tiyatro izleme deneyimine yaklaştırarak hayal gücünü harekete geçirmeyi hedefliyor. Duygu Dalyanoğlu yeni projelerini anlattı.

K'nın Sesi pek çok metaforu içinde barındıran etkileyici bir kavramsal çerçeveyle ve bir ses tiyatrosu olarak dinleyiciyle buluştu. Öncelikle bu projenin hikâyesini dinlemek isteriz sizden…

Duygu Dalyanoğlu- Mart 2020’de pandemi ile beraber tiyatro oyunlarımızın iptal olması ve evlerde gönüllü karantinanın başlamasıyla yaşadığımız ilk şokun ardından şekillenmeye başladı K’nın Sesi projesi. Tabi pandemiyi anlamlandırma, virüsün sebep olduğu hastalık ve ölümlerin yanı sıra yarattığı tahribatı da anlatma ihtiyacımızdan doğan bir sanatsal arayış ile başladı.  K’nın Sesi logosunu, oyun ve söyleşilerinin kapak görsellerini tasarlayıp hazırlayan Dilek Şenyürek daha ilk oyunun oluşumundan bu yana hep birlikte fikir alışverişi yaptığımız bir görsel sanatçı. O bu arayışı ‘'bellek oluşturma ihtiyacı’' olarak tanımlamıştı bir sohbetimizde. Gerçekten de öyleydi.

Pandemi sürecinde de yaşadığımız kayıplara, rafa kaldırmak zorunda kaldığımız projelere, öözgürlüğümüzden feragat etmeye ve hiç bir şey yapmadan sadece beklemeye dair yaşantılarımıza tanıklık edecek bir bellek oluşturmaya, başımıza gelenleri anlamlandırmamıza ve kendimizi güvende hissetmeye dair bir ihtiyaçtan çıktı bu proje. Uzun yıllarından feminist tiyatro alanında üretim yapan biri olarak pandemi sürecinde kadınların, kuirlerin yaşadıkları dikkatimi çekmeye başlamıştı. Pandemi hem evde hem de evin dışındaki alanlarda var olan eşitsizlikleri derinleştiriyordu. Tüm bunların ışığında kısa oyunlar kaleme almaya başladım. Hepimizin evlerde izole olması beni monolog formunda yazmaya itti sanırım. Yazarken bir yandan da bu oyunların nasıl sahneleneceğini düşünüyordum.

Aklıma hep çocukken severek dinlediğim tiyatro ile tanıştıktan sonra da mesleki bir merak ile takip ettiğim radyo tiyatrosu formu geliyordu. Yazarken bir yandan da bu form üzerine araştırmaya başladım. Radyonun artık bilgisayarda, cep telefonunda kısacası her yerde olması ile birlikte bu forma artık audio-drama (ses tiyatrosu) adının verildiğini ve gelişen ses teknolojileri ile İngiltere’de bazı oyunların üç boyutlu ses tasarımı ile üretildiğini öğrendim. Zaten severek dinlediğim ses tiyatrosu podcast kanalları vardı, daha da yoğunlaştım bu araştırmaya.

Ses tasarımından oyunculuğa Boğaziçili kadın mezunların ortak emeği

Bu aşamada Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu’nda (BGST) beraber çalıştığımız ve yakın zamanda Berklee Müzik Okulu’nda Elektronik Müzik ve Ses Teknolojileri programını tamamlamış Beril Sarıaltun (BÜ’ 17) üç boyutlu ses tasarımı ve oyunların müzikal dili konusunda çalışmaya başladı. Ve tabiki projeyi, oyun metinlerini, vokal oyunculuk yorumunun nasıl olması gerektiğini hep BGST Tiyatro olarak konuştuk, tartıştık, denedik, değerlendirdik. BGST Tiyatro'dan Büşra Karpuz (BÜ’ 19), Maral Çankaya (BÜ’ 16), Nihal Albayrak (BÜ’ 10),  Zeynep Okan (BÜ’ 99) ve ben seslendirdik oyunları. Aynı zamanda projeye dahil oldukları için çok mutlu olduğumuz iki konuğumuz da süreçte bizimle birlikte çalıştı. K’nın Sesi serisinin son oyununu Ayla Algan seslendirdi, Sevi Algan da yönetti. Feryal Öney (BÜ’ 93) de serinin jeneriklerini seslendirdi.

Oyun metinleri oluşmaya, bahsettiğim ses tiyatrosu formu netleşmeye başladığında bunu BGST Tiyatro Youtube kanalının yanı sıra ülkemizde son yıllarda yaygınlaşmaya başlayan podcast mecrasında da yayımlamaya karar verdik. O zaman K’nın Sesi’ni sadece oyunlar yolu ile değil oyunların temasını daha geniş bir biçimde ele alabileceğimiz söyleşiler yolu ile de duyurmayı düşündük. Bu aşamada Boğaziçi Üniversitesi’ndeki öğrencilik yıllarımdan beri tanıdığım, akademisyen Özlem Aslan (BÜ’ 04) dahil oldu ekibimize. Özlem’in araştırdığı, sorularını hazırladığı bu söyleşilerde her oyunun temasını konu üzerine çalışan araştırmacılarla veya ilgili kesimlerin haklarını savunan aktivistlerle konuşuyoruz. K'nın Sesi’nin altı oyun, altı sohbetten oluşan bu ilk sezonu İngiltere’de York Üniversitesi tarafından da desteklendi.

Kadınlar, kuirler, toplumun gözünü kapadığı, kendi haline bıraktığı  yaşlılar, genel normların dışındakiler… Bu dizinin kahramanlarını  yaratırken hareket noktalarınız nasıl oluştu?

Oyunlar pandeminin farklı dönemlerine odaklanıyor, hatta sadece son üç dört ayı değil geçmişte olan ve  -belki de- gelecekte bizi bekleyen bir salgında geçiyor. Hepsinin ortak noktası çıkış noktasının gerçek bir deneyim olması. Örneğin Ben Yaşamak İstiyorum adlı kısa oyunun teması şiddet. Salgın döneminde ev içi şiddetin ve bahanelerinin arttığına dair bir haberde bir kadının ‘‘bu defa bana şiddet uygulamasının nedeni kuşlara ekmek atmam’’ dediğini okumuştum. Böylesine insani bir eylemin şiddete neden olduğunu okumak beni çok etkilemişti. Bundan hareketle kuşlarla dost olan bir kadının hikâyesini hayal ettim.

Ya da dünyada huzurevlerinde bakımsız bırakılan ya da terk edilen yaşlıların hikâyelerini okumak bende salgını huzurevinde Alzheimer hastası bir kadının gözünden yazmaya götürdü ve Herkes Nerede? oyunu çıktı ortaya. Karanlık Gece ise hastalık sebebiyle birbirinden ayrı düşen iki kadın sevgilinin gerçek deneyimine dayanıyor.  Hikayelerin başka bir ortak özelliği ise kadınların, kuirlerin iç sesine, belirli bir an ya da olay esnasında bazen ağızlarından dökülen ama çoğu zamanda içlerinden, kafalarından geçen seslere yer vermesi. Ses tiyatrosunun ve monolog formunun bir avantajı da buna imkân tanıması oldu diyebilirim.

İlk canlı performans Sabancı Müzesi’nde

Sabancı Müzesi'nde canlı deneyim ile seyirci karşısına çıkıyorsunuz; sahne formatı açısından farklılıklar olacak mı?

Evet, bu akşam (13 Ağustos) 19:00’da K’nın Sesi ilk defa seyirci ile buluşuyor. Emre Koyuncuoğlu’nun (BÜ’ 92) genel sanat yönetmenliğini yaptığı Müzede Sahne’nin bu yılki teması “Topyekûn Kadın” olarak belirlendi. Emre programı oluştururken K’nın Sesi’ni seyirci ile buluşturmayı ve oyunları müze bahçesindeki mekâna adapte etmemizi önerdi. Zaten Boğaziçi’nde öğrenciyken mekâna özgü oyun yazımı ile yine Emre’den aldığım dersler ile tanışmıştım. Böylelikle K’nın Sesi serisindeki üç oyunu ard arda, sanki üç kadın aynı günü birbirinden habersiz bambaşka şekillerde deneyimliyor gibi düşünerek bir araya getirdik. Canlı icra oyunlara bambaşka bir enerji ve anlam getirdi. İşin içine oyuncu hareketinin, eylemlerini ve canlı icrasının girmesi yeni bir boyut kattı. Tabi oyunların işitsel vurgusu halen ön planda. Sahne metnine eklemelerimiz oldu, oyunculuk yorumu zenginleşti diyebilirim. Bunun yanı sıra K'nın Sesi projesi yazarından, oyuncusuna, görsel tasarımcısından müzisyenin herkesin izole olduğu koşullarda hayal edildi ve üretildi. Fakat birbirimizden uzakta da olsak ses vermeye, ses olmaya, ses çıkarmaya devam etme inancımızla çıktık yola. Şimdi Müzede Sahne'de bu sesi seyircimizle beraber, aynı mekânı paylaşarak çoğaltmak bizim için çok anlamlı.

‘’Çocukluğumuzun radyo tiyatrosu oyunlarını hatırladık’’

BGST Tiyatro olarak Koronavirüs salgını sürecinde önce Sevilay Saral'ın hikâyelerinden yola çıkarak hazırladığınız ve yine kadın hikâyelerinden oluşan Her Güne Bir Vaka ile izleyici ile buluşturdunuz. Bu dönemde ise K'nın Sesi dinleyiciyle nasıl bir iletişim kurdu, nasıl tepkiler geliyor?

Öncelikle dinleyicilerimizin bu işitsel dünyaya dahil olmaktan keyif aldığını söyleyerek başlayabilirim. Bu formu tasarlarken üç boyutlu ses tasarımı ile hazırlanan oyunların, dinleyiciyi tiyatro izleme deneyimine yaklaştırmasını ve dinleyicinin hayal gücünü harekete geçirmeyi hedeflemiştik.

Bunun için mutlaka kulaklık ile dinlemesini tavsiye ediyoruz hatta. Gerçekten de aldığımız tepkiler bize bunun her dinleyici için mümkün olduğunu gösterdi. 30 yaş ve üstü seyircilerimizden ise ‘‘çocukluğumuzdan hatırladığımız radyo tiyatrosu oyunlarını yeniden hatırladık sanki ve çok keyif aldık’’ gibi tepkilerini alıyoruz. Ayrıca pekçok dinleyicimiz bize ulaşıp oyunlardaki temalarda ya da başka kadın, kuir temalarında yeni hikayeler anlattı bu süreçte bize. K’nın Sesi’nin ikinci sezonu için şimdiden pekçok hikaye birikti diyebilirim.

Sanat kurumları salgından ilk etkilenenler ve en son kurtarılanlar oldu

Salgın sürecinde de konuşmuştuk… Yaşamlarımızı radikal biçimde değiştiren  pandemide tiyatro yapmanın yepyeni yollarının  deneyimlendiği bir dönemdeyiz. Ancak kültür-sanat üreticileri  olarak aynı zamanda çok zor bir süreci de beraberinde yaşıyorsunuz. Bu süreci atlatmak için nasıl bir yol haritası olmalı sizce, beklentileriniz neler?

Öncelikle salgın bize şunu gösterdi: Dünyanın çoğu ülkesinde sanat kurumları ve sanatçılar yangından ilk etkilenen ama en son kurtarılanlar oldu. Tabi Almanya, Fransa gibi birkaç pozitif örnek hariç. Türkiye’de ise tiyatrolar kapsamlı bir destek politikasından; üretimsiz geçirdikleri ayların, şimdi ise sosyal mesafeye koşullarına uyarak düşük kapasite açacakları salonların neden olacağı ekonomik zararın telafisinden muaf bir şekilde kaderlerine terk edilmiş durumda.

Bu süreçte açık çağrılar, fonlar ve dayanışma kampanyaları sanatçıların derdine deva olmaya çabalıyor. Bunlar çok değerli girişimler fakat sektörün tamamına destek olması imkansız. Merkezi ve yerel yönetimlerin kapsamlı, kalıcı ve uzun vadeli yaklaşımları politikaları olmadan bunun başarılamayacağına inanıyorum. Sanatçılar açısından da şu aralar canlı etkinliklere devam etmek zor olsa da elbet zaman için bu buluşmalara geri döneceğiz, bir sanatçı olarak da bir izleyici olarak da bundan şüphem yok. Bir konsere ya da oyuna gitmekten, yeni çıkan bir filmi sinema salonunda izlemekten vazgeçmeyeceğiz. Ama öte yandan dijital alanda yapılan denemelerin başarılı örneklerini de takip etmeye devam edeceğiz. Dolayısıyla  biz sanatçılar canlı ve dijital üretimlerin bir arada olacağı melez bir düzen oluşturmalıyız.

 

K’nın Sesi’ne şu platformlardan ulaşabilirsiniz:

https://m.youtube.com/playlist?list=PLD7IXR7KUu-pSEWplHoInxREbbm-rntxf

https://open.spotify.com/show/0MKneITVib6WJeCCVurWmW?si=BYgCb1dPS1S5Xgk6...

https://podcasts.apple.com/tr/podcast/kn%C4%B1n-sesi/id1519440396?l=tr