Bir dönüşüm hikâyesinin mimarı …

Burhan Karaçam’dan kurum kültürü ve liderlik üzerine ders alınacak bir kitap ve belgesel

‘’Korku ve baskı altında yeni fikirlerin ve yaratıcı düşüncenin ortaya çıkması ve sağlıklı sonuçlar vermesi mümkün değil. Eğer biz korkudan sevgiye geçmeyi başaramasaydık, ne Yapı Kredi, ne de Türk Bankacılığı böyle bir dönüşümden geçebilirdi’’.

 ‘’ İnsan önce aklını kullanmalı. Bunun için de elbette yetkin olmalı, yani çalışarak, uğraşarak bilgi birikim ve beceriye sahip olmalı. Bu noktaya gelmiş insanların hata yapma oranları çok düşük olur ve gelişme ilerleme ancak bu nitelikteki insanlarla gerçekleşir’’.

Burhan Karaçam, Türkiye’de finans çevrelerinin son derece iyi tanıdığı, ülkemiz bankacılık tarihindeki önemli dönüşümlerin ardındaki önde gelen isimlerden biri. 1987-1999 yılları arasında , Yapı Kredi Bankası'ndaki 12 yıllık Genel Müdürlüğü süresince bankacılık sektöründe teknolojik yatırımlardan yeni hizmet ve yeniliklere, devrim niteliğinde değişimlere imza atan ekibin liderliğini üstlenen Karaçam, bu serüveni ‘’Dönüşüm Yolculuğu’’ adıyla bir kitap ve belgesel haline getirdi. ‘’Dönüşüm Yolculuğu’’, Karaçam’ın ilk mezunlarından biri olduğu Boğaziçi Üniversitesi’nde geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen bir lansmanla sunuldu.

Burhan Karaçam, sadece bir bankanın yarattığı değişimi değil aynı zamanda 90’larda Türkiye’de başlayan değişim sürecine de ışık tutan bu hikayeyi kitapta şöyle anlatıyor; ‘’Yapı Kredi Genel Müdürlüğü görevine, çok farklı kültürlerden etkilenerek geldim. Yapı Kredi, benim açımdan birikimimi, içinde yaşadığım toplumla paylaşmak için büyük bir fırsat oldu... En büyük şansım, Yapı Kredi’de vizyonumu ve değerlerimi paylaşacak insanların var olmasıydı. Birlikte sadece Yapı Kredi'yi değil, aynı zamanda, Türk bankacılık sektörünü de dönüştürdük. Öyle ki, bu etki en sonunda, Türk ekonomisi üzerinde de önemli makro gelişmeleri beraberinde getirerek farklı bir anlam kazandı. Bu kitap ve ona eşlik eden belgesel, yaşanan değişimlerin ve bunların bir bütün olarak meydana getirdiği dönüşüm sürecinin temel ve itici gücü olan çağdaş değerlere sahip insanlarla yaratılan kurum kültürünün, önemini aktarmak ve tarihe not düşmek için hazırlandı’’.

Robert Kolej’in Boğaziçi Üniversitesi’ne dönüşüm sürecine tanıklık ederek okulun ilk mezunları arasında yer alan Karaçam, 1949 yılında İstanbul'da doğdu. Ortaokulu Tarsus Amerikan Koleji, lise ve üniversiteyi ise Robert Kolej'de okudu. Robert Kolej'deki son yılında okulun Boğaziçi Üniversitesi'ne dönüşmesi ile üniversitenin ilk mezunlarından biri (1972) olarak iş yaşamına Londra-Arthur Andersen'da başladı. Arthur Andersen'ın İstanbul ofisinde kurucu ortak olarak 1979'a kadar görev alan Karaçam, bu kurumdaki mesleki yaşamı içinde eğitime verdiği önem ve gerçekleştirdiği projeler ile ve özellikle'Europe-Wide Senior Development Course'un tasarımcısı olarak öne çıktı.

Pamukbank (1981) ve Egebank’taki (1984-1987) yöneticilik ve Genel Müdürlük deneyimlerinin ardından 1987’de Yapı Kredi Bankası’nın genel müdürlüğü görevini üstlenen Karaçam, gerek yönetim anlayışı gerekse de getirdiği yenilikler ile Türkiye'deki bankacılık uygulamalarının tamamen değişmesini sağlayan ve Türk bankacılığının norm ve standartlarını yeniden yapılandıran bir lider yönetici olarak hafızalara yerleşti. 2002-2003 tarihleri arasında Koçbank ve Koç Finansal Hizmetler Yönetim Başkanlığı ve CEO’luğunu yapan Karaçam halen kurucusu olduğu Burhan Karaçam Değer Kazandırma A.Ş. bünyesinde iş hayatına devam ediyor.

Karaçam, 2008 yılında yayınlanan ‘’Orası Yapı Kredi, Fark Oradaydı" adlı kitabında, tamamen özel sektör girişimiyle kurulan, Türk bankacılığına birçok yeniliği getiren bir bankanın, sektörünün zirvesine yükselişinin hikâyesini anlattı.

Burhan Karaçam ile ‘’Dönüşüm Yolculuğu’’ kitabı ve belgeselini konuştuk.

Bu belgesel fikri aklınıza nasıl geldi?

O dönemde hepimizi etkisi altına alan Yapı Kredi ruhu farklı seviyelerdeki Yapı Kredililer’in zaman zaman eski bir sınıf toplantısı gibi bir araya gelmelerine neden oldu. Birkaç yıl önce yağmurlu bir akşamda yine Yapı Kredili’ler olarak toplandığımız bir ortamda bu ruhun zaman içinde kaybolacağı duygusuna kapıldım. O dönemi mutlaka belgelemeli ve genç kuşaklara aktarmalıydım. Bu hem yeni yetişen insanlarımız için hem de o döneme büyük emek vermiş Yapı Kredili’ler için bir görevdi. Bir avantajımız da aynı dönemde eğitim ve iletişim için kurduğumuz video merkezimizde hazırlanan videoların bir kısmının elimizde bulunmasıydı. Maalesef Yapı Kredi arşivindeki diğer videoları tarama fırsatımız olmadı. Arşivin taşınıyor olması nedeniyle bütün videolar kutulara konulmuş, o nedenle elimizdeki videolarla yetinmek zorunda kaldık. Ama umuyorum belgesel filmde o dönemi hedeflenen süre içinde yeterince yansıtabilmişizdir.

 

Belgeseli izleyenlerin birçoğu belgeselde söz konusu edilen yönetimsel sorunların bugün bile geçerli olduğunu söylüyorlar, ne dersiniz?

Ben de aynı görüşteyim. Maalesef işletmelerimizin büyük bir kısmı halen bu dönüşümü tamamlayabilmiş değil. Halbuki belgeseli tamamlayan kitabımın sunum bölümünde de belirttiğim gibi rekabetin bu kadar keskinleştiği bir ortamda farkı ve rekabet avantajını ancak insan unsurunu doğru kullanarak ve yöneterek elde edebiliyorsunuz. Her kurumun bu süreci tamamlamaya ihtiyacı vardır. Bunu yapamayan kurumlar rekabet güçlerini önünde sonunda kaybedecekler. Bu bir öngörü değil, gerçek...

Kurumsal dönüşümün en önemli unsurunu korkudan sevgiye geçiş olarak algıladık. Bunu nasıl yaptınız?

Belgesel filmde de elimizdeki olanaklar çerçevesinde belirtmeye çalıştık, bunun sırrı Açılık, Katılım, Paylaşma kavramlarında gizli. Ve tabii ki bunu yerleştirmek için de yönetimin verdiği güven... Korku ve baskı altında yeni fikirlerin ve yaratıcı düşüncenin ortaya çıkması ve sağlıklı sonuçlar vermesi mümkün değil. Eğer biz korkudan sevgiye geçmeyi başaramasaydık, ne Yapı Kredi, ne de Türk Bankacılığı böyle bir dönüşümden geçebilirdi.

Filmin bir bölümünde o dönem sizinle birlikte çalışanlar “çözüm bulamadığımız konularda istediğiniz an Burhan Bey’e ulaşabilirdik” diyorlar. Bu sizce doğru bir yönetim şekli mi? Yani her kararın ve çözümün Genel Müdürde toplanması?

Elbette değil. Zaten Açıklık, Katılım, Paylaşma dediğiniz zaman, eğer her yetki Genel Müdürde toplanıyorsa burada çok ciddi bir sorun var demektir. Belgesel filmde anlatmaya çalıştığımız şey şuydu; bugün bile genel görüş, Genel Müdürlüğün şubelerin/örgütün üstünde yer aldığı... Bunun doğal sonucu olarak Genel Müdürlükte çalışan hemen hemen herkes kendini şubelerin üzerinde ve onların partonu olarak görür. Talimat vermeyi kendisinin yetkisinde olarak kabul eder. Halbuki işin esası öyle değildir. Bizim anlayışımızda Genel Müdürlük birimleri, şubelere idari ve teknik destek veren birimlerdir. Bu anlamda şubede çalışanlar müşteriyle karşı karşıya kaldıkları için, yani cephede yer aldıkları için, Genel Müdürlüğün temel görevinin onlara destek vermek olduğu şeklindedir. Bu durumda şube sorunlarının ilgili seviyelerde Genel Müdürlük birimleri tarafından çözümlenmesi gerekir. Aslında Yapı Kredi’yi piyasada temsil edenler ağırlıklı olarak şubelerdir. Bu nedenle, Genel Müdür kendisine olan kanalları sonuna kadar açık tutar ki, eğer şubelerin sorularına ara kademelerde çözüm bulunamıyorsa Genel Müdür bundan bilgi sahibi olabilsin. Bu koşullarda elbette kabul edilenin aksine şube çalışanlarının Genel Müdüre kadar ulaşabilme imkanlarının olması ara yönetim kademeleri üzerinde o sorunları çözmek için bir baskı unsuru yaratır. Amaç budur... Müşteriye hizmet ve bankanın verdiği sözlerin arkasında durulması kurum itibarının en önemli göstergesidir. Hiçbir Genel Müdürlük çalışanının buna aykırı hareket etmesi söz konusu olamaz.

Sizin yaşadığınız dönemi üç ana başlıkta özetlemek mümkün görünüyor. Ürün odaklı dönem, müşteri odaklı dönem ve bilgi odaklı dönem. Mevduat bankacılığından hizmet bankacılığına bu dönemler içinde geçmişsiniz. Bu vizyonunuzu oluştururken etkilendiğiniz en önemli faktörler nelerdir?

O dönem, Yapı Kredi yönetimini oluşturan arkadaşlarımın büyük bir bölümünün yurtdışı deneyimleri vardı. Dışarıda yaşamamış olanlar bile Türkiye ile gelişmiş ülkeler arasndaki farkları biliyorlardı. Biz bu ülkelerdeki insanlara kolaylıkla sunulan ama ülkemizde neredeyse tabu gibi algılanan çağdaş bankacılık hizmetlerini Türk insanına da sunma misyonunu bir anlamda üstlendik. Türkiye’nin kendi özel ihtiyaçları dışında, kredi ve ticari hesap, senetsiz taksit sistemi, Taksitkart v.b. dışında uygulamalarımızın büyük bir bölümü yurtdışında görüp yaşadığımız şeylerdi. Onları ülkemize getirdik. Bu uygulamalar, hizmet bankacılığında ürün odaklı dönemi temsil eder. Ancak, rekabetin artması ile birlikte Yapı Kredi müsteri odaklı döneme geçişte dünya üzerinde çok az sayıda bankayla birlikte eşzamanlı hareket etmiştir, bu çok önemlidir. Yani Yapı Kredi dışarıda mevcut olan uygulamaları Türkiye’ye getirmemiş, öngördüğü ihtiyaçlara bulduğu çözümlerle o aşamaya gelmiştir. Zaten ülkemizde de müşteri odaklı yaklaşımın genel kabul görmesi uzun zaman almıştır. Tabii müşteriye odaklandığınız zaman iş yapma şeklinizi tamamen değiştirmeniz gerekiyor. Artık sizi yönlendiren “bunu yapalım nasıl olsa satarız” anlayışı değil, “müşterinin ihtiyacı bu, bunu karşılayabilirsek satabiliriz” anlayışına geçiş oluyor. Burada da ihtiyaç duyulan en önemli faktör doğru bilgiye, doğru zamanda ulaşmak... 80’li yılların sonunda Citibank’in iyi tanınan bir CEO’su vardı, adı John Reed... Onun da para tanımının “information on time” olduğu söylenirdi. Biz de aynı noktaya bağımsız olarak geldik. Bundan sonraki dönem de bankacılık hep bilgiye odaklı olacak. Bilgiyi en doğru şekilde kullananlar bu yarışta öne geçecekler.

Türkiye’de çalışan insanların en önemli kaygılarından bir tanesi de hata yapmaktan korkmaları. Sizin filme yansıyan görüşünüz ise “iş yapan insanın hata da yapacağı” şeklinde. Bunu nasıl açıklıyorsunuz?

İş yapan insanın hata da yapacağı çok doğal değil mi? Hata yapmaktan ürkerseniz nasıl ilerleyeceksiniz? Elbette ki bunun da bir sınırı var. Hatadan ders çıkarma sürekli deneme yanılma yoluyla olursa bu hem zaman alır hem de hatanın etkisi cok maliyetli olur. İnsan önce aklını kullanmalı. Bunun için de elbette yetkin olmalı, yani çalışarak, uğraşarak bilgi birkim ve beceriye sahip olmalı. Bu noktaya gelmiş insanların hata yapma oranları çok düşük olur ve gelişme ilerleme ancak bu nitelikteki insanlarla gerçekleşir.

 

Söyleşi: Kurumsal İletişim Ofisi