“Boğaziçi bana kendime güvenmeyi öğretti”

Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu müzisyen ve söz yazarı Nil Karaibrahimgil (’00), “Özgür Kız” olarak hafızalarımıza kazınmış olmasının aksine içine kapanık ve çekingen biri olduğunu BÜMED’de Biz Bize Sohbetler’de paylaştı. Boğaziçi’nde geçirdiği yıllardan sonra kendine güvenmeyi ve istediği her şeyi başarabileceğine inanmayı öğrendiğini söyleyen Karaibrahimgil, günlerini artık doğanın içinde geçiriyor. Jülide Ateş(’97)’in sorularını cevaplayan Karaibrahimgil, Boğaziçi anılarının yanı sıra salgın döneminin sosyal ilişkilerimizi ve hayata bakışımızı nasıl etkileyeceğine dair öngörülerini de paylaştı.

Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği (BÜMED) Instagram canlı yayınları üzerinden düzenlediği “BÜMED’de Biz Bize Sohbetler” buluşmalarında ünlü Boğaziçi mezunlarını konuk etmeye devam ediyor. Jülide Ateş(‘97)’in moderatörlüğünde gerçekleşen buluşmalarda, farklı kariyerlerden mezunlar karantina günlerini ve Boğaziçi anılarını paylaşıyor. Jülide Ateş’in 25 Mayıs Pazartesi günkü konuğu ise Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü 2000 yılı mezunu Nil Karaibrahimgil’di. “Koza zamanı” olarak tanımladığı sosyal izolasyon günlerini ve Boğaziçi anılarını paylaşan Karaibrahimgil’in söyleşisinden bazı satır başları şöyle:

“İçimdeki gücü ilk defa Boğaziçi’nde fark ettim”

Babam Boğaziçi’ni kazanmamı çok isterdi, aslında ben de çok çalışkan bir öğrenci değildim ama lisenin son yılında çok çalıştığımı hatırlıyorum. Boğaziçi’ne aslında Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Bölümü’nü kazanarak girdim, ama ilk yıl okudum ve bölüme ısınamadım. O zaman ortalamam da çok kötüydü, 2,3 ortalamam vardı ama bölüm değiştirmeye karar verdim ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde ekstra krediler alarak, yaz okuluna katılarak notlarımı yükselttim ve Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’ne yatay geçiş yaptım. Bu belki de hayatımın dönüm noktasıydı, çünkü imkânsız görünen bir şeyi yapabileceğimi, içimdeki gücü ilk o zaman fark ettim. Boğaziçi’nin bana kazandırdığı en büyük duygu kendine güven duygusu oldu.

Favori köşesi “Manzara”                  

Güney Kampüs her zaman koşa koşa gittiğim bir yer oldu, ancak bir kulübe girecek kadar yetenekli ve cesaretli hissetmiyordum kendimi, sadece arkadaşlarımla birlikte “Köpük” diye bir müzik grubu kurmuştuk. Üniversite yıllarında çok sosyal biri değildim, ama keşke daha sosyal olsaymışım diyorum şimdi bakınca. Özellikle son yıllarda “Şimdi ben burada oturacağım ve birisi bana bildiklerini anlatacak” duygusuyla dersler beni çok heyecanlandırırdı. Boğaziçi’nde edindiğim arkadaşım hala en yakın arkadaşım.

Daha çok “Sosyete Kantin”de takılırdım ama o zamanlar “Entel Kantin” dediğimiz ‘Orta Kantin’e de gitmişliğim vardır. Favori köşem “Manzara”ydı, orada oturmayı çok severdim. Sosyete Kantin’e inen merdivenlerde oturmak da sevdiğim şeylerden biriydi. Çimlerde de çok zaman geçirdim, Aşiyan’ın oradan Boğaz’a inmeyi çok severdim. En sevdiğim ders felsefe dersiydi.

“Sıradan ‘Nil’i hiç kaybetmemeye çalıştım”

Aslında utangaç biriyken bir anda “Özgür Kız” olup her yerde kendi resimlerimi gördüğümde bu ilgiden ürkmüştüm. Her adımımda takip ediliyor olmak bana iyi gelen bir şey değildi. Bunu fark edince herkesin tanıdığı ve spot ışıkları vurduğunda ortaya çıkan “Nil Karaibrahimgil” ile sıradan “Nil”i ayırmam gerekiyor diye düşündüm. Eve geldiğimde hala “Nil Karaibrahimgil” oluyorsam büyük bir yanılgıya sürüklenebilirim, sıradan “Nil”i hiç kaybetmemeye çalıştım. Bu yüzden de sokaklarda hep korumalar olmadan, kendim olarak gezdim.

“Şarkılarla kız çocuklarına güç vermeye çalışıyorum”

Kız çocuklarının hayatlarında bir şeyler yapabileceklerine dair inançları çok küçük yaşlardan itibaren ellerinde alınıyor. Bir tür “budama” gibi bir durum bu. “Kız Gibi” kampanyasını yaparken yaptığım araştırmalarımda da görmüştüm ki 8-10 yaşında bir kızın kafasında bile “Ben güçsüzüm, hedeflerim erkeklere göre daha aşağıda olmalı, onları gibi her şeyi yapamam” fikirleri yeşermeye başlıyor. Ben elimden geldiği kadar bu konuda yazmaya ve şarkılarla onlara güç vermeye çalışıyorum.

Karantina değil, koza zamanı

Karantina kelimesi bana çok klastrofobik geliyordu, o yüzden içinde bulunduğumuz bu döneme “koza zamanı” demeyi düşündüm. Bazen bir şeyleri nasıl ifade ettiğimiz onları nasıl yaşadığımızı da belirliyor. Bu dönemde herkes kendi hayatının, alışkanlıklarının, sosyalliklerinin dışına fırlatıldı ve yerine bir şeyler koyma peşinde. Ancak bir şeyin içindeyken onu açıklamak çok zor, bence bu günlerin oynattığı taşlar ileride ortaya çıkacak.

“Olmazsa olmaz dediğimiz şeylere aslında ihtiyacımız olmadığını gördük”

Bir yandan her şeyin hızla eski haline döneceğini düşünüyorum ama umuyorum ki bu dönem bize aslında her şeyin ne kadar bağlantılı olduğunu göstermiştir. Aslında Çin’deki bir yarasayla bile aramızda bir hat var ve bu hatta bir şey devrildiğinde domino taşı gibi biz de dağılıyoruz. Umarım bu dönem dünyanın biz çekildiğimde nasıl iyileştiğini ve olmazsa olmaz dediğimiz şeylere aslında ihtiyacımız olmadığını göstermiştir. Aslında tırnaklarımızı geçirdiğim şeyler kum gibi elimizden dağılabilir. İleride bu bilinçle devam edip etmeyeceğini söylemek için çok erken ama ben herkesin içinde küçük bir kırılma olduğunu hissediyorum.