Boğaziçililer artık ‘’hayat boyu’’ Çölyak gönüllüsü

Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi öğretim üyelerinden Yrd. Doç. Dr. Sibel Akmehmet Şekerler, toplumda ve üniversite içerisinde çölyak hastalığına dair farkındalık oluşturmak amacıyla bir ders açtı. Çölyakla Yaşam Derneği ile yapılan çalışmalarla birlikte bir gönüllülük projesi biçiminde gerçekleşen ders, bu hastalık hakkında daha önce hiç bilgisi olmayan pek çok öğrencinin Çölyak ile ilgili farkındalığını artırdı. Kampüslere glutensiz ekmek getirilmesi için çalışmalar yürüten Boğaziçililer, TBMM’de çölyak hastalarıyla ilgili kurulan araştırma komisyonunun çalışmalarına da katkı sağladılar.

Çölyak hastalığı, ince bağırsakta gluten isimli proteini içeren besinlere karşı kronikleşen ve ömür boyu süren hassasiyet olarak tanımlanıyor. Ülkemizin yemek kültüründe de sıklıkla yer alan buğdayın yanı sıra; arpa, çavdar ve yulaf da gluten içeriyor. Glutene karşı duyulan hassasiyet, bağırsak mukozasındaki alerji sebebiyle hastanın bağırsağında tahribata sebep oluyor. Bu sebeple, çölyak hastaları gluten içeren besinleri tükettiklerinde alınan gıdalar emilemez hale geliyor. Hastalığın şu an için bilinen tek tedavisi çölyak hastalarının ömür boyu glutensiz diyetlerine sadık kalmaları.

Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Sibel Akmehmet Şekerler, çölyak hastalığına dair tanıların hastalığın toplumda pek bilinmemesi sebebiyle 5 ila 11 yıla dek geç alınabildiğini belirtiyor.

2017-2018 akademik yılının güz döneminde Sibel Akmehmet Şekerler tarafından toplumda ve üniversite içinde çölyak hastalığına dair bilinç geliştirilmesini amaçlayarak açılan ders ise bir gönüllülük projesine dönüştü. Ders kapsamında yürütülen çalışmalar sonucu Boğaziçi Üniversitesi yemekhanesine glutensiz ekmek getirilmesi sağlandı. Ayrıca öğrencilerin gönüllülük esasıyla yürüttüğü projeler sayesinde Boğaziçi Üniversitesi’nde Çölyakla Yaşam Derneği ile birlikte glutensiz çay etkinliği düzenlendi. Dersi alan öğrenciler, Çölyakla Yaşam Derneği aracılığıyla TBMM’de kurulan çölyak hastalarıyla ilgili araştırma komisyonuna da destek sundular.

Şekerler’den bu sıradışı dersin hikâyesini ve içeriğini, “Ekibim” olarak tanımladığı öğrencilerinden ise ders süresince ne gibi çalışmalar yaptıklarını dinledik.

Çölyak üzerine çalışmaya nasıl karar verdiniz?

Sibel Akmehmet Şekerler: Çölyakla Yaşam Derneği'nde başlattığım araştırma çerçevesinde katılımcı araştırmacı olarak veri toplayıp gönüllülük de yapıyordum. Dernek yetkilileri, başta Oya Özden ve Nafiz Kenan Gönen olmak üzere bu işe gönül vermiş ve yıllardır içtenlikle çölyaklı bireyler için emek vermiş kişiler. Araştırma süresince üniversite öğrencilerinin o ortamda çok güzel işler yapabileceği fikrine vardım. Dönem başında 3. sınıf öğrencilerine bir e-posta attım. Bu klasik bir ders olmayacaktı. Hep beraber konuşarak süreci şekillendirecektik. Bir sözleşme gibiydi aramızda. Mesajı attıktan sonra ‘’Herhalde bu konuyla ancak bir kaç kişi ilgilenir’’ diye düşündüm. Ancak umduğumdan da fazla öğrenci ilgilendi ve sonuçta derse 10 öğrencimiz kaydoldu.

Dersin açılma süreci nasıl gerçekleşti?

Bu ders aslında bütün Eğitim Fakülteleri’nde mevcut ve Topluma Hizmet (Community Involvement) adıyla geçiyor. Bizde de beş-altı yıldır veriliyor. ED 300 kodlu bu ders (P/F) yani Geçti/Kaldı şeklinde notlanıyor. Ben ilk kez ve çölyak içeriğiyle bu dönem açtım. Müthiş bir deneyimdi gerçekten. Müthiş bir ekip oluştu. Ders ikinci dönemde de açılacak ve yeni öğrencilerimiz varolan çalışmaları devam ettirip kendi projelerini geliştirecekler. Gruptaki herkes Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik öğrencisi ve konunun psikolojik boyutunu çok derin bir anlayışla ve hızla hissettiler.

Elbette başta çölyakla ilgili bir eğitim ve teknik bilgilendirme süreci oldu. Çölyakla Yaşam Derneği 16 yıldır gönüllülük usulü çalışıyor. Geçen Mayıs ayında Meclis’te çölyakla ilgili araştırma komisyonu kuruldu. Dernek bu konuda da aktif idi ve onlara destek verdik. Kasım ayında Araştırma Komisyonu’nun daveti üzerine TBMM’ne giderek komisyona konuyla ilgili bir sunum yaptım. Tüm süreçlerde -ekibim diyorum, öğrencilerim demiyorum artık- o kadar güzel destek oldular ki... Her şeyi konuştuk, tartıştık. Çölyak deneyiminin çölyaklı olmayan kişilerce anlaşılabilmesinin canlı örneğiydiler.

Biraz ezberin dışına çıkan bir ders oldu diyebiliriz…

Kesinlikle. Dersin ötesinde hayata katıldık. Hiçbir şeye tek başımıza karar vermedik. Her hafta dersin teorik kısmında üç ayrı grup halinde buluşup bilgilenme ve planlama süreci gerçekleştirdik. Konuyu tanıtmak adına kendi çölyak deneyimlerimi de anlattım. Gördüm ki gerek yüz yüze, gerek çevrimiçi soruları çok isabetli. Ortak çalışmalara ek olarak herkes hem kendisi konuyla ilgili okuyup bilgileniyor, hem de kendi projesini geliştiriyordu. Bazı günler dernekte, Pediatri Kongresi’nde ya da Gıda Şenliği’nde çölyaklılara destek oldular. Yurtdışında çölyaklılar için yapılan destekler hakkındaki detaylı çevirileri doküman olarak komisyona teslim edildi. Dönem süresince görsel malzeme tasarımı, revir ve yemekhane dahil yetkililerle ve çölyaklılarla onlarca görüşme, el afişi hazırlama gibi işlerin yanı sıra dönem sonunda gerçekleştirdikleri çay etkinliği de yüzlerce detayıyla başlı başına bir organizasyondu. Çölyaklı bireyleri yiyecek de içeren bir etkinlikte ağırlamak çok büyük sorumluluk. Öğrencilerimiz yaptıkları çalışmaların dökümünü getirdiklerinde bazen yükümlü oldukları saatlerin ötesinde çalıştıklarını gördüm. Ders gerekleri için yapılan hesap kitabın ötesinde, tüm grup sadece faydalı olmaya odaklandı. Bu içselleştirme düzeyini gözlemlemek çok büyük bir mutluluk.

O zaman biraz öğrenci deneyimlerini de dinleyelim isterseniz. Dersi seçmekteki temel motivasyonunuz neydi? Beklentiniz neydi? Ders ne değiştirdi sizlerin hayatında?

Hilal Kızıltepe: Bu dersi seçmemdeki en büyük etken öncesinde nasıl bir şeyin içerisine girdiğimi biliyor oluşumdu. Çölyak hakkında bilgim vardı, bir grupla belirli bir alan üzerinde çalışma fikri beni heyecanlandırdı. Glutensiz beslenme konusunda birçok şey öğrendim. Gönüllü olunca bir şeyi bire bir tecrübelemeden de o dünyanın içine girebileceğimi, o duygudaşlığı edinebileceğimi gördüm.

İsmail Elçiçek: Sibel Hoca bize mail attıktan sonra çölyak hastalığını araştırmaya başladım ve aslında çölyağın tamamen beslenme şeklinin farklı olmasıyla ilgili bir mesele olduğunu fark ettim. Bu üniversiteye başladığım ilk zamanda bize öğretilen şey şuydu: Hak ve sorumluluklarınızı iyi bilin. Ben de Boğaziçi Üniversitesi'nin sitesine girdiğimde orada hak ve sorumluluklar kısmında, tam cümleyi hatırlamasam da şu yazıyordu: "Dil, din, ırk, cinsiyet, cinsel yönelim, bedensel engel vb. farklılıklar sebebiyle hiçbir öğrenci hiçbir şekilde ayrımcılığa uğratılamaz. Onur kırıcı tavır ve tutumlara maruz bırakılamaz." Üniversitede en temel ihtiyaç olan beslenme şekli karşılanmadığı zaman, üniversite öğrencisi okulda kendini güvende hissetmeyecektir. Sürdürülebilir bir kampüs hayatı yaşayamayacaktır. Yemekhanelerde vejetaryen-vegan yemeklerin olduğu gibi glutensiz yiyeceklerin de bulundurulmasını istiyoruz. Bunun için de konuşmalar, görüşmeler yaptık. Kampüs etrafındaki kafeler ve restoranlarla da görüşmeler yaptık. Biz inanıyoruz ki nihayetinde olumlu bir sonuç elde edeceğiz.

Rukiye Çetinkaya: Çölyaklı veya gluten intoleransı olan bireyler için glutensiz ürünlere erişilebilirlik arttırılabilir. İnsanlar bu ürünlere ulaşmak isteyip ulaşamadıklarında bu bir engel teşkil eder. Bu noktada bu ders bana engel kavramı hakkında bir bilinç sağladı. Bu doğrultuda arkadaşlarım ve ben dernek bünyesinde glutensiz ürünler üreten markalar ile iletişime geçip derneğin çalışmalarına katkıda bulunmak istedik.

Elif Kaya: Biz bir sınıf ortamı gibi hissetmedik hiç. Bir ekip gibi hissettik başından beri. Gönüllülük faaliyeti olarak gördük her seferinde. “Community Involvement” dersinin gerçekten amacına hizmet ettiğini bu derste gördük diyebilirim.

‘’Gönüllülük sabır ve umut gerektiriyor’’

Peki, gönüllülük ne ifade ediyor sizler için?

Dinemis Kip: Aslında gönüllülük dediğimizde sanki tamamen kişinin inisiyatifinde bir şeymiş gibi geliyor. Ama arkasında çok daha fazla sorumluluk içeren ve yaptığınız işlerde bazı konularda fedakârlık gerektiren bir nokta var. Ya da umudunuzu sonuna kadar korumanız gereken bir durum aslında. Çünkü her şeyin sonucunu o anda göremeyebiliyorsunuz. Mesela bu ders kapsamında bunu da hissettiğimiz oldu. Çok anlık dönüşler alamadık haliyle. Ama en son yaptığımız etkinlikte çölyaklılarla buluştuğumuzda aslında bütün bir dönem boyunca boşuna hiçbir şey yapmadığımızı fark ettik. O yüzden de gönüllülük dediğimiz şey çok sabır ve umut gerektiriyor.

Mehmet Yılmaz: Derse dair hiçbir fikrim yoktu. İlk gördüğümde tepkim "Çölyak nedir ki?" olmuştu. Ben Orta Anadolu'dan geliyorum. Beslenme kültürü yönünden düşünürseniz bizim için buğday, yani gluten, vazgeçilmez bir besin. Hiç çevremde çölyaklı biri yoktu. Hatta "Bu elit bir hastalık" diye düşünüyordum. Ama derneğin bir yönetim kurulu üyesi bana "Çölyak tanısı almak için beş yıl uğraştım." demişti. Bu benim düşüncelerimde bir uyanmaya sebep oldu. İnsanlar çölyak tanısı aldığında dahi kendini şanslı addedebiliyor. Çünkü bu hastalığın belirtileri hep farklı şekillerde baş gösteriyor. Evet, çölyak elit bir hastalık. Neden? Çünkü Orta Anadolu'da testlere girme imkânı olmayan, beslenme biçiminden dolayı başına öyle bir hastalığın gelebileceğini bile aklına getirmeyen insanlar o teşhisi alamadığı ve farklı farklı şekilde de belirtiler ortaya çıktığı için bu insanlar hastalığının bile farkında olmadan ya kanser oluyorlar ya da ölüme gidiyorlar. Bizim toplum içerisinde hiç görmediğimiz ya da karşılaşmadığımız -bu kültürel de olabilir- insanlar var. Toplumun sana vermiş olduğu etiketi onlar üzerinde kullanabiliyorsun. Ama buraya geldim, o görmediğimiz, karşılaşmadığımız insanları en başta gönüllü olmamama rağmen bir yerden sonra anlamaya başladığımda gerçekten bu iş gönüllülüğe evrilebiliyormuş. Bunu gördüm.

İrem Günaydın: Biz ilk haftalarda, çölyağın ne olduğuna dair araştırma yaptık. Her ne kadar araştırsak da, okusak da "Bunu yiyemiyorlar, bunu yiyorlar" gibi bir canlandırma yapsak da yetersizdi. Esas olarak dernekle beraber gittiğimiz bir gıda şenliği vardı ve orada ilk defa yaşayarak fark ettim çölyaklılığı. Ben ilk defa bir çölyaklı çocukla orada yalnız kaldım. Onun yiyeceği, içeceği şeyleri düşünmekten gerçekten insanlarla empati yaptım. İnsanlar bütün hayatları boyunca bunu düşünüyorlar. Ben sadece 1-2 saat bunu düşündüm. Artık biliyorum ki hiç bilmediğim engeller, hiç bilmediğim hastalıklar var. Bir psikolojik danışman adayı olarak çok önemli bir şey bu benim için. Bir gün benim karşıma hiç bilmediğim bir şeyle ilgili rahatsızlık çeken, bundan dolayı izole olan bir insan gelebilir. Artık bunu biliyorum. Bir gönüllü değilken, çölyak beni bir gönüllüye dönüştürdü. Ve çevreme çölyaklıların hayatlarından bahsettikçe onlarda da bir bilinç oluştu.

Dinemis Kip: Öncesinde çölyak hakkında çok az bilgim vardı fakat bu dersi deneyimledikten sonra çölyaklı insanlarla birebir iletişim kurma ve bu temaslardan ders çıkarma şansım oldu. Ben bu dersi aldıktan sonra çölyak ile ilgili yaptığımız çalışmaları sosyal medya üzerinden paylaştım ve en son çay etkinliğimizi paylaştıktan sonra çölyaklı olduğunu bildiğim bir yakınım bana ‘sen neden çölyaklılarla bu kadar ilgileniyorsun, sen de mi çölyak hastasısın’ dedi. Bu durum aslında çölyak hastalarının sadece kendi kendilerine yetmeye çalıştığını, dışardan gelecek desteklere alışık olmadığını gösteriyor.

“Okulda 150 civarı çölyak hastası olduğunu düşünüyoruz”

Neler yaptınız şimdiye dek?

Elif Özen: Ben okulumuzdaki çölyak hastalarının tespitiyle alakalı bir çalışma yaptım. Özel bir hastaneyle görüştüm. Dönem boyunca kontaklar bulmaya çalıştım. İstatistiklere oranladığımızda okulumuzda yaklaşık 150 çölyak hastası olduğunu düşünüyoruz. Bu 150 hastanın kim olduğunu bulup, onlara özel yemekler çıkaracak birimi ayarlamak konusunda bir çabamız oldu. Ama bu testler çok pahalı olduğu için SGK'nın geçerli olmadığı özel hastaneler buna çok yanaşmıyor. İkinci dönem yine bu konuda çalışmalar olacak.

Selin Azizoğlu: Ben de bizim bu dönemin sonunda yaptığımız çay etkinliğinden bahsetmek istiyorum. Kennedy Lodge'da gerçekleştirdik. 78 kişi geldi. Biz 10 kişilik bir ekiptik ve gruplara ayrıldık. Kimimiz çocuklarla çalıştık, kimimiz gençlerle. Hepimiz organize şekilde etkinliği beraber düzenledik. Orada bizim asıl temamız neşeydi. Gelen çocukların çölyaklı kimliği ile değil çocuk kimliği ile eğlenmelerini amaçladık.

 “Yemekhanelere artık glutensiz ekmek geliyor”

Dinemis Kip: Kampüse glutensiz ekmek getirilmesiyle ilgili bir çalışma yürüttük. Yemekhanelere artık glutensiz ekmek geliyor. Her ne kadar yemekhanede yemek yiyebilmek için tam bir çözüm olmasa da, bir başlangıç olarak görülebilir. Örneğin ben TBMM’de kurulan çölyak komisyonunun tutanaklarından birisini de okudum. Ve ilk defa hayatımda bir tutanak okudum aslında. Bunu da meseleyi daha iyi anlamak ve daha çok fikir üretebilmek için yaptım. Bunun yanında başka ülkelerde çölyakla ilgili ne gibi çalışmalar yapıldığına dair bir rapor tercüme ettim. Orada aynı probleme farklı mekânlarda farklı perspektiflerden bakıldığını gördüm. Ülkelerin bu konuya yönelik tutumları gerçekten çok değişiyor. Türkiye aslında bu konuda yine de iyi bir noktada. Konudan hiç haberi olmayan ya da bunu bir problem olarak görmeyen ülkeler de var. Ama Türkiye'nin yaklaşımı nispeten daha iyi gözüküyor. Çünkü maddi yardımlar yapılıyor ve rapor alabiliyorsunuz.

‘’Glutensiz yiyeceğe ulaşmak zor, yemek kültürümüz bu konuda gelişmemiş’’

Çölyaklılar günlük hayatlarında ne gibi sorunlar yaşıyor?

Selin Azizoğlu: Mesela restoranlara gittiğimizde bazen glutensiz ibaresi oluyor. Ama ne kadar kontrol edildiğini ve bunun ne kadar gerçek olduğunu biz bilemiyoruz. Çünkü çapraz bulaşma adını verdiğimiz bir durum var. Diyelim ki bir bıçakla glutenli ekmek kesildiğinde ve bu bıçak temizlenmediğinde; tekrar glutensiz bir şey yaparken kullanılınca aslında bu çapraz bulaşma oluyor ve kişinin sağlığını önemli ölçüde etkiliyor. Sadece içine un koymamak yeterli değil. Bu yüzden firmalardan gıda analiz raporlarını istedik ve bunların güncel olmasını önemsedik. Çünkü en ufak bulaşma bile sorun yaratabiliyor.

Elif Özen: Empatimi geliştirmek adına bir haftalığına glutensiz beslenmeyi denemek istemiştim. Maalesef beslenebileceğim hiçbir şey bulamadım. Marketlerdeki glutensiz ürünler diğerlerine kıyasla pahalılar ve yemek yiyebileceğimiz bir restoran yok, kendin pişirerek beslenebilirsin. Yurtta kalan birisi çölyak hastası olmamalı gibi bir sonuca varmıştım. Bu gönüllüllükle fark ettiğim bir konu dışarda yemek yeme alanının hiç olmaması. Bir gün hep birlikte ‘glutensiz yemek yapıyoruz’ şeklinde reklamını gördüğümüz bir lokantadan randevu almak istedik. Bize çapraz bulaşma konusunda garanti veremediklerini söylediler. Zaten birçok restoran çölyağın ne olduğunu dahi bilmiyor, bilenlerin de bu şekilde hareket etmesi bizi çok üzmüştü.

Sibel Akmehmet Şekerler: Glutensiz yiyeceğe ulaşmak hem ekonomik, hem de lojistik açıdan zor. Bir çok çölyaklı “zor” olduğu için diyetini yapmıyor ve sağlıksız yaşıyor. Örneğin kuruyemişler aslında glutensiz. Ancak unla kavruldukları için az miktarda da olsa birçok paketli kuruyemiş gluten içeriyor ve çölyaklılar “kaçak” denen diyet hatalarını ve sonucunda tekrar tekrar bağırsaklarının tahribini “eser miktarda” gluten içeren gıdalar sebebiyle bazen farkında olmadan yaşıyor. Birçok yemeğin içinde bulyon var. Bulyon glutenli. Kampüste bu konularda da çalışmaya başladık. Her türlü besin alerjisine hassasiyet gösteren bir ortam hedefliyoruz.

Okulda ulaştığınız çölyaklı öğrenci var mı?

Rukiye Çetinkaya: Bizim okulda şu an altı kişiye ulaştık. İkisinin gluten intoleransı vardı. Hatta etkinliğimize gluten intoleransı olan oda arkadaşım da geldi. Çok memnun oldu okulda böyle bir ortamı gördüğü için...

Çölyaklı çocuklar dışlanmaya maruz kalabiliyor

İsmail Elçiçek: Ben de çölyaklı çocuklar hakkında konuşmak istiyorum biraz. Dersi aldığımız süre içerisinde bir iki vaka ile karşılaştık. Eğitim hakkı elinden alınan çocuklar, sosyal hayattan uzak yaşamak zorunda kalan çocuklarla karşılaştık. Çölyak hastaları şu an engellilik kapsamında değerlendiriliyor. Yetkililer ne kadar erişilebilirlik sorununu çözerse, toplumun glutensiz ürünlere ulaşımını kolaylaştırırsa engel diye bir şey kalmayacak ortada.

Elif Kaya: Örneğin okulda bir yemek saati oluyor ve bu yemek saatinde çölyaklı çocuğa glutensiz bir yemek çıkarmıyorlar. Aile, yemeği biz getirelim diyor. Bu defa okul kabul etmiyor. "Diğer çocukların canı çeker" gerekçesiyle. Çocuk tüm gün boyunca aç kalamaz. Beş yaşında... Ve çocuğun gerçekten anaokuluna ihtiyacı var. Zaten sosyalleşmekle ilgili sıkıntı yaşıyor. Ama sadece küçücük bir farklılıkla çözüme ulaşılmasındansa bu kızın okuldan alınmasına sebep oluyorlar.

Selin Azizoğlu: Kennedy Lodge’da yaptığımız çay etkinliği gününde gelen çocuklardan biri tanıştıktan iki dakika sonra bana "Dışarıdan bakınca benim çölyaklı olduğumu anlar mısın?" demişti mesela. Bu tabii ki aslında mümkün değil. Ama o kendi kimliği olarak bunu o kadar özdeşleştirmiş ki dışarıdan bakınca bunu anlayıp anlamadığımızı merak ediyor. Bence bu, psikolojik boyut olarak çok önemli.

Ebrar Yıldırım: Etkinlik zannediyorum hepimiz için bitiş projesi gibi oldu. Öncesinde de büyük bir özveriyle çalışıp hazırlıkları tamamladık ve geriye aslında bütün dönemi kapsayan hazırlıklarımızın meyvesini yemek kaldı. Ayrıca etkinlik bittikten sonra birileri için bir şeyler yapmanın hiç de zor olmadığını fark ettim. Çocuklardan yetişkinlere yani konuklarımızın hepsi mutlu mesut ayrıldılar, ki bu bizim için paha biçilemez bir mutluluk kaynağı oldu. Evet, çok yorulmuştuk ama kendi adıma konuşmam gerekirse uzun zamandır hissetmediğim bir enerji hissettim üzerimde. Bu durum beni hayli düşündürdü. Diyeceğim o ki insanları anlamak, mutlu edebilmek ve amaçları güderek bir şeyler yapmak sandığımız kadar zor değil. Sadece gerek araştırma yaparak gerekse empati yaparak sürece dahil olmak gerekiyor, hepsi bu.

“Bu dersin özelliği öğretim üyesi, öğrenci ve STK’nın üçünü bir araya getirmesi”

Sibel hocam, siz böyle bir ekibin ve gönüllülüğün oluşmasını bekliyor muydunuz?

Sibel Akmehmet Şekerler: Öğrencilerimizin azmi ve enerjisi beklentimin çok üzerinde oldu. Çok çeşitli projeler çıktı. TBMM'deki komisyon çalışmasının denk gelmesi, bizlerin de bir parçası olmamız çok anlamlıydı. Meclis’te Boğaziçi mezunu ve kızı çölyaklı olan bir vekilimizle tanıştım. Ona öğrencilerimin çabalarını anlattığımda çok takdir etti. Şu anda komisyon kritik bir çalışma yürütüyor ve örneğin ülkemizde tahminen 700 bin civarı tanı almamış çölyaklının en azından çocuk yaşta olanlarına tarama programlarıyla ulaşılması sözkonusu. Tüm dünyada ortalama beş ila 11 yıl arasında geç tanı alındığından bahsediliyor. Hastalık uzun süre hiç belirti de vermeyebiliyor. Bir yandan da, elbette çölyaklılar dezavantajlı olan tek grup değil. Farklılıklara saygı açısından yaklaşırsak, çölyaklılar ihtiyaçları karşılanmayan tek grup değil. Biz bu çalışma sistemini şablon olarak alıp başka dezavantajlı gruplara nasıl aktarabiliriz diye de baktık. Bunu çok önemli görüyorum. PDR programında kültürel duyarlılık en önem verdiğimiz değerlerden bir tanesi ve bu doğrultuda başka derslerimiz de var. Bu dersin özelliği, öğretim üyesi, öğrenciler ve STK'nın üçünü ortak bir çerçevede bir araya getirmesi idi. Bu konuda hala yapacak çok iş var. Artık öğrencilerimin de hayat boyu bu işin gönüllüsü olduğunu biliyor ve duygusal olgunluklarını sergileyerek, hiç tanımadıkları insanların yaşam kalitesini yükseltmek ve faydalı olmak adına içtenlikle emek verdikleri için onlarla gurur duyuyorum.

Söyleşi: Sinan Cem Deveci / Kurumsal İletişim Ofisi

Fotoğraflar: Kenan Özcan

Saha çalışmalarına dair fotoğraflar Sibel Akmehmet Şekerler tarafından temin edildi.