Boğaziçi’nde tohumları atılan teorik fizik tutkusunun peşinden Kanada’ya…

Fiziğe olan tutkusu, Kanada- Ontario’da teorik fizik alanında dünyanın en önemli enstitülerinden biri olan Perimeter Enstitüsü’ne kabul edilmesini sağladı. Stephen Hawking gibi, dünyanın en önemli bilim insanlarını misafir eden enstitüye Türkiye’deki bir üniversiteden kabul alan ilk Türk öğrenci oldu. Bu yıl Boğaziçi Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği ve Fizik bölümlerinden 3.99 genel not ortalamasıyla Çift Anadal Birincisi olarak mezun olan ve henüz lisans öğrencisi iken yayınlamış akademik makalelere imza atan Fatih Dinç, Boğaziçi’nden sonra Kanada’da devam eden serüvenini anlatıyor...

Lisans hayatınız boyunca birçok makale çalışmasında bulundunuz, bu lisans öğrencileri için pek alışıldık bir durum değil. Buna nasıl motive oldunuz, nasıl gelişti bu makale yazım süreçleri?

Fatih Dinç- Bu makale fikirlerinin çoğu lisans döneminde ortaya çıkmış fikirlerdi. Bunu özellikle vurguluyorum çünkü Boğaziçi Üniversitesi aslında araştırmanın da çok yoğun bir şekilde sürdürüldüğü bir yer. Ben lisans hayatım boyunca üç farklı projede çalıştım: İlke Ercan ile ışığın doğası üzerine, Ali Emre Pusane ve Tuna Tuğcu ile moleküler haberleşme üzerine, Şenol Mutlu ile 2-boyutlu materyaller üzerine. Oldukça derslerle beraber götürülebilir çalışmalardı aslına bakarsanız ve bu sayede ikisi yayımlanmış, yedisi değerlendirme aşamasında olan birçok makale çalışmasında bulundum. Mezun olduktan sonra da fizik bölümünden hocamız Teoman Turgut’la çalışıyoruz. Bu çalışmada bize ayrıca İlke Ercan hoca eşlik ediyor.

Bu makale fikirleri genel olarak ortak çalışmalar sonucu çıkıyor ve Boğaziçi’nin buna çok uygun bir ortamı var. Bir fikriniz varsa ve bunu biriyle paylaşırsanız size daima çok olumlu bir dönüş sağlıyorlar. Dördüncü sınıfın başında aklımda bir fikir vardı ve İlke Hoca’nın yanına gidip fikrimi daha önceden yazdığım bazı şeylerle beraber açıkladıktan sonra kendisine ne düşündüğünü sordum. Bundan çok güzel bir bitirme projesi olacağını ancak bunun bir makale olabilmesi için bazı ek çalışmaların gerekli olduğunu söyleyince beraber çalışmalara başladık ve bu süreç 2-3 ay kadar sürdü. O sırada bir derginin bizim konuyla alakalı ilanını gördük ve ona makalemizi yetiştirmek istedik. Teslim tarihi pazar günüydü ve biz bunu cuma günü gördük. Cumartesi günü sabahtan oturduk, makalenin son rötuşlarını yaptık. Bitirdiğimizde teslim zamanının bitmesine 1-2 saat vardı. Bir lisans öğrencisinin hocasıyla bütün bir cumartesi boyunca çalışabilmesi sanırım çok büyük bir lükstür…

Türkiye’den bir üniversiteden Perimeter Enstitüsü’ne giden ilk Türk öğrenci oldu

Şu an yüksek lisans çalışmalarınızı sürdürdüğünüz Perimeter Enstitüsü’ne kabul süreciniz nasıl gerçekleşti? Birçok başka okuldan da kabul alabilecek bir öğrenciyken sizin için bu enstitüyü farklı kılan ne oldu?

Açıkçası şans biraz. Biraz espriyle karışık söyleyeceğim ama herhangi iyi bir okula kabul alan bir insan “Ben gerçekten burayı hak ettim ve kazandım,” diyorsa doğruyu söylemiyordur çünkü durum pek öyle gelişmiyor. Benim ayrıca Amerika’da birçok iyi okuldan kabulüm vardı. Şu anki programım ise bir yıllık bir program ve aslında iki yıllık master programının bir yıla sıkıştırılmasıyla oluşturulmuş çok yoğun ve tamamen teorik fiziğe yönelik bir program. Enstitünün kendisi de zaten sadece teorik fiziğe yönelik kurulmuş bir enstitü ve 10 yıldır bu programı sunuyor. Bu programa giriş Amerika’daki birçok üst düzey okuldan çok daha zor. Çok fazla insan tarafından tanınmıyor ancak bilim dünyası için oldukça ünlü bir program. Boğaziçi’nden hocalar da bu enstitüyü biliyorlar. Kabul aldığımı duyunca şaşırmanın yanında sevindiler de çünkü benden önce programa katılan sadece tek bir Türk olmuş ve o da Almanya’dan gitmiş oraya. Türkiye’de bir üniversiteden buraya gelen ilk Türk öğrenciyim.

Program sizden teorik fiziğe âşık olmanızı, veya benim durumumda olduğu gibi teorik fizikçi değilseniz bile teorik fizik öğrenme aşkınızın olmasını, bekliyor. Bu program benim için bir yıllık bir ara oldu aslında. Kendimi keşfetmeme imkân tanıyan bir süreç yaşıyorum ve burada size teorik fiziğin tamamını yoğun bir şekilde gösteriyorlar. Ayrıca teorik fizik dünyasındaki en önemli insanlarla görüşme şansı buluyorsunuz enstitüde. Zaten enstitüde lisans öğrencisi yok, herkes bir araştırma kimliğiyle bulunuyor. Teorik fizik alanındaki önemli insanlar değişen süreler için enstitüye geliyorlar ve burada konuşmalar yapıyorlar, bazıları ders veriyor. Bu konuşmaların hepsini dinleyip o insanlarla görüşüyorsunuz. Kahvaltılarda o insanlarla oturuyorsunuz. Fizik dünyasında neler oluyor bunu öğrenebiliyorsunuz. Benim tercih etme sebebim de tamamen buydu. Kısacası teorik fiziğe ilgi duyan birinin kesinlikle gelmesi gereken bir yer bence.

Teorik fiziğe âşık olmak nasıl bir şey ya da siz nasıl oldunuz? Hangi yönleri size cazip geldi?

Şöyle düşünün, 20-21 yaşındasınız ve daha önce kimsenin bilmediği bir alana bakıyorsunuz. Çok küçük bir alan ve belki ilerleyen zamanlarda hiçbir anlama gelmeyecek ama o bilgiyi sadece siz biliyorsunuz ve onun araştırmasını yapıyorsunuz. Bu alanların arasında teorik fizik doğayı açıklamaya yönelik en elverişli alan. Bildiğiniz sadece sizin bildiğiniz ve size özel bir şeyin ötesinde aynı zamanda doğayla ilgili oluyor. Buna âşık olmamak nasıl mümkün ben çok bilmiyorum…

Oraya gideli henüz 2 ay oldu ama orada da bir makale çalışmanız olduğunu öğrendik.

Tez sürecimiz başladı, benim de tez öncesi yazdığım birkaç şey var. Tam olarak tez denebilir mi bilmiyorum, biz ona “essay” diyoruz. Tez kadar ciddi değil ama yine yıl boyunca çalışıyorsunuz, bunu sunuyorsunuz, bir komite bunu kabul ediyor gibi. Bununla ilgili çalışmalara başladım. Orada “gravitational waves” (yerçekimi dalgaları) üzerine çalışacağım. Şu anda modellemeyle uğraşıyorum; ama şu anda orada çıkan makalenin bununla hiçbir ilgisi yok.

Orada çıkan makale daha çok şununla ilgili: Elinizde bir algoritma var, “Monte Carlo algoritmaları” deniyor buna, zamanda düzenli bir şekilde devam eden bir olayı siz ayrık zamanlarda (discrete time) modelliyorsunuz. Bu modelleme aslında çok doğru bir modelleme değil; çünkü o ayrık zamanlar arasında bazı olaylar oluyor ve siz bunları kaçırıyorsunuz. Bu kaçırmayı azaltmak için de bu ayrık zamanların zamanını çok azaltmaya çalışıyorlar; ama bu bilgisayarın çalışma süresini çok artırıyor. Biz de bunun daha kolay bir şekilde simüle edilebileceği bir yolunu bulduk. En az 10 kat ki 100 kata kadar da çıkabiliyor, hızlandırabilecek bir algoritmayı bulduk ve özel bir örnek üzerinde gösterdik. Boğaziçi Üniversitesi’nde doktora öğrencisi olan Bayram Cevdet Akdeniz ve orada benim bir arkadaşımla beraber çalıştık. 3 kişilik bir çalışma oldu.

‘’Boğaziçi’nde size sunulan araştırma imkanları herhangi bir üniversiteden fazla’’

Boğaziçi’nde okumak size neler sağladı, buradaki günlerinizi nasıl anımsıyorsunuz?

Dürüst olursam Türkiye’de genelde şöyle bir durum var, ‘’Akademi düşünüyorsanız özel üniversitelere gitmelisiniz çünkü öğrencileri çok iyi yerlere gönderiyorlar’’ gibi bir algı var, özellikle fizikte. Ancak şu da var, bir yerde her şey önünüze altın tepsi ile sunuluyorsa sizin de gelişebileceğiniz belli bir sınır var. Boğaziçi’nin en güzel yanı gelişmek isteyen biri için çok fazla sınır yok. Eğer iyi bir şeyler yapmak istiyorsanız zaten belli bir yerden sonra sistemde “outliner” olduğunuz için otomatik olarak imkânlarınız daha fazla oluyor, çünkü sizinle aynı şeyleri yapmak isteyen çok fazla insan yok, rekabet daha da azalmaya başlıyor. Örneğin Boğaziçi’nde araştırma yapmak istiyorsanız size sunulan imkânlar herhangi bir üniversiteden çok daha fazla olacaktır; çünkü dersleriniz arasında böyle bir şeye zaman bulmanız hocalarınızı oldukça etkileyecek ve size karşı sempati duymalarını sağlayacaktır. Bu bilincin gelişmesi ile Boğaziçi’nde de araştırma yapmak isteyen kişi sayısı günden güne artıyor. Bununla beraber herkesin ilgi alanlarına uygun çalışmalar yapan hocalarımız var ve onlarla birebir görüşebiliyorsunuz. Bu başka üniversitelerde çok mümkün değil. Ben herhangi bir hocanın odasına kapıyı çalıp “Hocam müsait misiniz?” deyip girebiliyordum ve bu kesinlikle başka bir üniversitede bulabileceğiniz bir lüks değil.

Bundan sonrası için ne düşünüyorsunuz, Türkiye’ye dönmeyi düşünüyor musunuz?

Her şeyin sonunda Türkiye’ye dönmeyi düşünüyorum. Her şeyin sonunda dediğim doktora ve post-doktoradan sonra Türkiye’de bir yerde çalışmak istiyorum. Umarım Boğaziçi olur çünkü ne öğrenirseniz öğrenin geriye bir şey getirmeniz lazım, en önemli şey bu. Buraya geri dönüp diğer insanların da gidebilmesini sağlamak lazım diye düşünüyorum. O nedenle bu soruya verebilecek en güzel cevabım: Boğaziçi’ne geri dönmeyi çok isterim.

‘’Not her şey demek değil, daha fazla araştırmaya odaklanın’’

Son olarak teorik fizik alanında çalışmayı düşünen lisans öğrencilerine bugünden geriye dönüp baktığınızda ne söylemek istersiniz?

Her teorik fizikçinin belli bir noktada bir deney görmesi lazım; çünkü sadece tek yönle olmuyor. Boğaziçi örneği de bunun gibi, burada da her şeyi bilmeniz gerekiyor sosyal hayatta da ders hayatında da. Teorik fizik isteyen birinin de sadece teorik fizikte kendini geliştirmesi yetersiz kalacaktır. Deney de yapması gerekiyor, çünkü teoride neyi bulması gerektiğini anlaması için deneyde nelerin bulunabileceğini bilmesi gerekiyor. Benim yaptığım araştırmaların çoğu teoriye yakındı ama bu çalışmalar saf teorikti diyemem. Lisansta teorik araştırma yapmak mümkün değil zaten. O yüzden teorik fizik alanında çalışmak isteyen bireylerin tecrübe amaçlı da belli bir miktar deney de yapmaları gerekiyor.

Boğaziçi’nde hepimizin bir not ortalaması derdi var. “Ortalamam yüksek olsun, yüksek olursa her şey çok daha iyi olacak” diye düşünüyoruz. Bunu aslında biraz kırmak lazım; çünkü bu bir terazidir. Ortalamanız yüksek, güzel ama ortaya ne koydunuz, kendinizi geliştirmek için ne yaptınız? Sadece CV üstünde nasıl göründüğünüz önemli değil, sizin kim olduğunuz ve kendinize neler kattığınız da önemli. 4.00’lık bir ortalamanız olacağına 3.70’lik bir ortalamanız olsun ama hayata bir şey katmış olun, bilim dünyasına bir şey getirmiş olun. Zaten üniversiteler de buna daha fazla değer veriyor.

Başvuru yapacaklar için de şunu söyleyebilirim; Eğer araştırma yaptığınız bir hoca varsa referansınızı ondan alın; çünkü başvuruyu değerlendirirken referansın başvuranla ilişkisine çok iyi bakıyorlar ve ders aldığınız birinin sizi tanımasıyla araştırma yaptığınız birinin sizi tanıması aynı şey değil. Aynı zamanda burada asıl önemli olan araştırma becerileriniz; çünkü sizi derslerde başarılı olun diye almıyorlar, araştırma yapın ve sonucunda güzel şeyler ortaya çıksın diye alıyorlar. O yüzden lisansta araştırma yapmak çok önemli.

Akademi dışında sosyal olarak nasıl bir insansınız?

Boğaziçi’nde ikinci sınıfın başında kendime şöyle dedim; ‘’Hayatta sürekli çalışıyoruz, farklı şeyler de yapmak lazım’’ ve BÜSAS’a (Boğaziçi Üniversitesi Su Altı Sporları Kulübü) girdim. BÜSAS’ta bir yıldız dalgıç oldum; gezilere katıldım ve çok iyi arkadaşlar edindim. Hazırlıktan beri de masa tenisi takımındaydım, 4. sınıfın sonuna kadar da antrenmanlara devam ettim. Onun dışında BUEC’te (Boğaziçi Üniversitesi Elektro Teknoloji Kulübü) yer aldım ve SWES (Kadın Bilim İnsanları ve Mühendisler Topluluğu)’in kurucularından biri olma onuruna layık oldum. Bu açıdan da çok şanslı hissediyorum, çünkü bilimde kadınların olmasını kesinlikle savunan biriyim ve etkinliklerimizle eğer buna katkı sağlayabilmişsek bu beni çok mutlu eder…

Söyleşi: Oktay Güney / Kurumsal İletişim Ofisi