"Eğitim, sporcular için bir tercih meselesi olmamalı"

Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden 1996 yılında mezun olan Zeynepgül Ene, geçtiğimiz ay A Milli Kadın Basketbol Takım Menajerliği ’ne getirildi. Uzun yıllar Galatasaray formasıyla basketbol oynayan ve büyük başarılar elde eden Ene, profesyonel oyunculuğu bıraktıktan sonra da spor camiasının içinde yer almaya devam etti. Boğaziçi mezunu olmanın aktif spor yaşamı sonrası kendisine önemli avantajlar sağladığını söyleyen Ene, sporcuların eğitimine büyük önem verilmesi gerektiğini kaydetti. Sporun her alanıyla ilgilenen bir aileden gelen Ene ile basketbol oynadığı yılları, Boğaziçi’ndeki eğitimini ve spor yöneticiliği kariyerini konuştuk.

Spora ve basketbola nasıl başladınız?

Rahmetli babam (Gündüz Tekin Onay) kendi döneminde Türkiye’nin sayılı futbol antrenörlerinden biriydi, dolayısıyla spora gözümü açtım diyebilirim. Evde hep spor ve maç konuşulurdu. Dolayısıyla doğduğum günde itibaren hep spor vardı hayatımda. Ayrıca çocukluğumda çok hareketliydim, bu yüzden de ailem beni spora yönlendirdi. İlkokulda voleybola başladım. Babamın işi dolayısıyla üç sene Zonguldak’ta yaşadık. Orada tenise de başladım. Sonra beşinci sınıfta Galatasaray Lisesi’ni kazandım. Girdiğimde aslında voleybola devam etmek istiyordum ancak çeşitli sebeplerden ötürü bir anda kendimi basketbolun içinde buldum.

Babamın antrenörlük geçmişinin olması, Beşiktaş’ta çalışmış olması sebebiyle Beşiktaş kulübünün alt yapısına katıldım. O dönem kadın basketbolunda Beşiktaş’ın altyapısı da gayet iyiydi.

Hangi yıllarda başladınız Beşiktaş alt yapısına?

1981-82 yıllarında. O dönem kadın basketbolu için her şeyin çok başlarıydı. Benim en büyük şansım altyapı itibariyle iyi olan Beşiktaş’ta başlamış olmamdı. Sonra altyapı döneminde ben hem Galatasaray Lisesi okul takımlarında hem de Beşiktaş takımlarında oynadım. 17-18 yaşlarındayken de Galatasaray’dan teklif geldi. Bu vesileyle oraya transfer oldum. Toplamda sadece Beşiktaş ve Galatasaray olmak üzere iki takımda oynadım, basketbolu Galatasaray’da bıraktım.

Spor hayatım boyunca çok sakatlıklar yaşadım. O yüzden de yirmili yaşların ortalarında, çok erken bir zamanda bıraktım basketbolu. Son sakatlığımdan sonra istediğim performansı yakalayamadım. Ancak Boğaziçi’nde okuduğum için de farlı seçeneklerim vardı. Bu sayede kendime başka bir yol çizebildim.

Galatasaray’da oynadığınız dönemde takım olarak çok başarılı bir grafiğiniz oldu. O dönemden biraz bahsedebilir misiniz?  

Galatasaray Kulübü’nün 80’lerin sonuna kadar Kadın Basketbol Takımı yokmuş. Kurulduktan bir sezon sonra beni transfer ettiler. Çok iddialıydı kulüp, bu alana çok yatırım yaptılar. Benim transfer olduğum 1988-1989 sezonundan, bıraktığım sezona kadar bir yıl haricinde her sene şampiyon olduk. Lig şampiyonluklarına ek olarak Cumhurbaşkanlığı Kupalarını, Türkiye Kupalarını da kazandık. O zaman kadromuz çok iyiydi. Türkiye’nin en iyi oyuncularından kurulu bir kadromuz vardı. Hiç kaybetmeden şampiyon olduğumuz bir sezon da olmuştu. Böyle bir kariyere sahip olduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum.

Basketbola başlamadan önce voleybol gibi, tenis gibi sporun farklı alanlarında yer aldığınızı söylediniz. Farklı alanlarda tecrübeli olmak profesyonel bir sporcu için önemli midir?

Küçük yaşlarda ailelerin çocukları birden fazla spor branşıyla tanıştırmaları gerektiğini düşünüyorum. Altı-on yaş aralığında özellikle bunun yapılması gerekiyor. Çocuğu birden fazla branşla tanıştırıp, en çok yeteneği olanı bulmak adına bunu yapmaları gerekiyor. Çocuk için en uygun alan bulunduktan sonra artık her anlamda bu alana yönlendirilebilir. Diğer taraftan benim tanıdığım çoğu sporcu başka branşlarda da yeteneklidir. Eşim (Orhun Ene) de mesela, milli basketbolcudur. Çok iyi futbol oynar. Görenler sen niye futbol oynamadın diye soruyorlar. Beni voleybol oynarken görenler de ‘’Voleybolcu musun ?’’diye soruyorlar. Ayrıca Squash, tenis gibi sporlara ilgim var. Sanırım sporcularda söylediğiniz gibi bir durum söz konusu.

Hem Boğaziçi Üniversitesi hem de Galatasaray Lisesi gibi iyi okullarda eğitim aldınız. Profesyonel spor kariyerini devam ettirirken aynı zamanda başarılı bir eğitim hayatını sürdürdünüz. Eğitimin spor kariyerinize etkisinden biraz bahsedebilir misiniz?

Hayatta yaptığınız her tercih aslında bir vazgeçiştir. Üst düzey sporculuğu tercih ettiğiniz de ne yazık ki Türkiye için çocuklar eğitimden vazgeçme noktasına geliyorlar. Burada birçok parametre var. Zamanın az olması, okula gelememek gibi farklı etkenler var. Ekonomik anlamda profesyonel sporcular 17-18 yaşlarında çocuklar benim mesleğim bu diye düşünmeye başlıyorlar. Ancak bu bir yanılgı. Hem aileler hem de sporcular için. Bir sporcunun o yaşlardaki performansını bütün kariyeri boyunca göstermesi ve belki 35 yaşına kadar aynı şekilde devam edeceğinin garantisi yok. Bu anlamda ben çok şanslıydım. Benim babam bu dünyanın içinde olduğu için ve birçok sporcunun eğitiminden vazgeçtikten sonra yaşadığı sıkıntıları gördüğü için bana eğitimime sporu birlikte götürmem konusunda şart koymuştu. Sporu yapmak senin tercihin, bunu yapabilirsin ve biz de seni destekleriz. Ancak eğitim bir tercih meselesi değil demişti babam. Mutlaka eğitimi sonuna kadar devam ettirmemi istemişti. Bu da benim kulağımda hep de küpe olmuştu.

1996 yılında Boğaziçi’nde son sınıftaydım. O zaman yedi yılda bitirme zorunluluğu vardı. Öyle bir noktaya gelmiştim ki, yaz okuluna filan giderek ve not ortalamam da sınırda olarak ancak okulu bitirebiliyorum. O noktada aklımdan şu geçmişti. Ben bu kadar okudum, diplomayı alsam ne olur almasam ne olur diye düşündüm. Orada hemen babamın söylediklerini düşündüm. Çok da sakatlık geçirdiğim için diplomanın benim için çok önemli olacağını, farklı yollar açacağını hissetim. İyi ki de tamamlamışım okulu. Bana çok şey kazandırdı. Hep bir adım önde oldum bulunduğum toplulukta. Çok zordu bitirmek ama iyi ki de vazgeçmemişim. Bugün bir öğrenci isterse aynı tempoda eğitimi ve sporu götürebilir.

“Sporda başarı için eğitim şart”

Alternatif oluşturmasının yanında eğitim almanın spor yaparken de bir farklılık kazandırdığını düşünüyor musunuz? Sporculuğa da bir katkısı oluyor mu sizce?

Mutlaka bir etkisi var. Basketbol sadece elle ayakla oynana bir oyun değil. Yürekle ve beyinle de oynanan bir oyun. Atletik özellikleri çok iyi ve çok yetenekli olan fakat mental olarak o sporun gerektirdiği birçok şeyi yapamadığı için daha yukarılara çıkamayan birçok sporcu var. Aldığınız eğitimin çok etkisi oluyor buna. Profesyonelliğine uygun yaşamanız ve davranmanız gerekiyor. Eğer bunu yapmazsanız spor hayatınız bundan etkilenir ve başarınız da azalır.

Basketbolu bıraktıktan sonraki kariyeriniz nasıl şekillendi?

Çok genç yaşta basketbolu bırakmak isteyince herkesten tepki aldım, eşim de bir süre sonra geri döneceğimi düşündü. Galatasaray Kulübü de bana A Takım’da yardımcı antrenörlük teklif etti, basketboldan kopmamı istemediler. Ben altyapı da çalışmak istedim. Gençlerle çalışmayı hala çok seviyorum. O dönemde benim aklımda kurumsal bir hayat geçme düşüncesi de vardı. Basketbolun içinden de kopamadım. Hemen arkasından Basketbol federasyonunun bir projesinde çalıştım. Sonra altyapı milli takımlarında antrenörlük yaptım. O dönemde çocuk sahibi oldum. Ailesel faktörleri de göz önünde bulundurunca antrenörlük kurumsal hayata nazaran daha uygun göründü bana. Hep sporun içinde kaldım. 2007’de Futbol federasyonunun içinde bir projeye başladım. 2012 yılına kadar orada çalıştım.

‘’Spor camiasında karar mekanizmalarında daha çok kadın olmalı’’

Şu anda da A Milli Kadın Takımı Menajerliğini yürütüyorsunuz. Buradaki göreviniz tam olarak nedir?

Takım menajeri aslında tam karşılığı sorumlusu olduğunuz takımın başarısı, her sporcunun yüzde yüzüyle hedef koyduğunuz sportif etkinlik zamanında sahada olması için gerekli bütün koşulları sağlayan kişidir. Oyuncuların giydiği formalardan tutun, hangi otelde kalınacağına, otellerdeki yemeklerden seyahat organizasyonuna kadar teknik olmayan her türlü şey menajerin sorumluluğundadır. Milli Takımlar departmanındaki sekretaryamız başta olmak üzere benimle birlikte çalışan çok iyi bir ekibimiz var. Bütün bu ekibin uyumlu çalışması gerekiyor. Özellikle kişisel uyum bu çalışmalar için çok önemli. Birlikte seyahat eden, kamp yapan ve turnuvaya giden 15-20 kişilik bir ekip var ve bu ekibin iyi çalışabilmesini de takım menajeri sağlıyor.

Bir kadın olarak spor camiası içerisinde yer almak sizin için zorlayıcı oldu mu?

Bazı erkeklerin futbol ya da basketbol dünyasında proje üretirken ya da görüş bildirirken bu kadın bunları nereden biliyor gibi bir şaşkınlık yaşadıklarını gördüm. ‘’Bir kadın niye böyle şeylere ilgi duyar ki?’’ gibi yaklaşımları çok gördüm. Açıkçası ilk zamanlar söylemesem mi fikrimi, diye düşündüğüm de çok oldu. Ancak sonra kadınların farklı bir vizyonunun olabileceğini, belki onlardan daha başarılı projeler, fikirler ortaya atabileceğini de duysunlar istedim. Beğenirler ya da beğenmezler ama bunu söylemenin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Ne yazık ki dünya genelinde spor camiasında, özellikle karar mekanizmalarında kadınların sayısı çok az. Batı ülkelerinde de bu durum böyle. İş dünyasında kadın-erkek oranı daha dengeli belki ama spor camiasında öyle değil. Bunun değişmesi için bizim bu şekilde kritik pozisyonlarda olmamız ve bizden sonra gelecek kişiler için yer açacak şekilde davranması çok önemli.

Söyleşi ve Fotoğraflar: Özgür Duygu Durgun, Talat Karataş/Kurumsal İletişim Ofisi