Farklı coğrafyaların sesleri müziğinde birleşiyor

Boğaziçi Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü 1984 yılı mezunu Cengiz Onural, lisans eğitiminden farklı bir yönde kariyer çizen Boğaziçi mezunlarından biri. 1996 yılına kadar hem mühendis hem de müzisyen olarak çalışan Onural, sonrasında sadece müziğe yöneliyor ve Yeni Türkü ve İncesaz gibi gruplarla birlikte çalışıyor. Süper Baba’dan Kaygısızlar’a, Masumiyet’ten Issız Adam’a çok sayıda dizi ve film müziğinin altına imzasını atan Cengiz Onural, gitar, kemençe, rebap, cura ve buzuki gibi farklı kültürlerin seslerini de müziğinde birleştiriyor.

Boğaziçi mezunu müzisyenlerden biri olan Cengiz Onural aslında bir yüksek mühendis; ancak kampüste geçirdiği yıllarda başladığı müzik hayatına profesyonel olarak devam etmeyi tercih etmiş ve iyi ki de etmiş. Hala kulaklarımızda olan çok sayıda eserin sahibi Onural ile Boğaziçi kampüsünde geçirdiği yılları ve müziğin ve edebiyatın hayatındaki yerini konuştuk.

1984 yılında Boğaziçi Üniversitesi Makine Mühendisliği, 1987 yılında da İstanbul Teknik Üniversitesi İşletme Yüksek Mühendisliği bölümlerinden mezun olduktan sonra 1996 yılına kadar mühendislik ve müzik kariyerinizi birlikte yürütmüşsünüz. Daha sonra sadece müzikte ilerleme kararını nasıl aldınız?

Hem müziği hem de işimi severek yapıyordum. İkisi de çok emek ve zaman talep ediyordu. İki kariyeri aynı anda yürütmeyi beceremedim. Bıçak kemiği dayanana kadar karar vermeyi erteledikten sonra içimden gelen sese kulak verip müziği seçtim. Yine Boğaziçi Üniversiteli arkadaşlarımın kurduğu Logo Yazılım’da çalışıyordum o zaman. Her ne kadar müzik asli seçimim de olsa, işimden ve arkadaşlarımdan ayrılmak çok zor oldu.

“Müziği öğrenmeye Boğaziçi’nde başladım”

Boğaziçi Üniversitesi’nde geçirdiğiniz yılların müzik hayatınızı şekillendirmede nasıl bir etkisi oldu?

Üniversite öncesinde hiçbir ciddi müzik eğitimi almadım. Dedemden gelen bir müzik sevgisi ve ilgisi -belki yeteneği de- vardı ama bunları bir müzik eğitimi ile geliştirmemiştim. Üniversite yıllarımda, 1979 – 1984, makine mühendisliği eğitimine verdiğim zaman kadar, hatta belki fazlasını Müzik ve Türk Müziği kulüplerine ve hatta oyun müziklerini yaptığım Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları (BÜO) ve Folklor kulüplerine verdim. Bu sonraki hayatımı da belirleyen tercih oldu. Müziği öğrenmeye okulumuzda başladım ve bu öğrenim geç başladığı için hala da sürüyor.

Gitar, kemençe, rebap, cura ve buzuki gibi farklı kültürlere ait müzik aletlerini çalıyorsunuz, müziğinizi üretirken de bu kültürleri hem birleştiren hem de farklılıklarını koruyan bir yaklaşım sergilediğinizi söylemek mümkün. Bu yaklaşımı nasıl oluşturduğunuzu paylaşabilir misiniz?

Bunun çok düşünülmüş, planlanmış bir yaklaşım olduğunu söylersem yalan olur. Kalbime yakın gelen her müziğe ve dolayısıyla kültüre yakın durdum, tersi değil, yani kültürel olarak ilgi duyduğum için müziğini öğrenmeye çalışmadım. Böylece dedemden kalan İstanbul müziği mirasına, Osmanlı/Türk Klasik Müziğine, Latin Amerika müziğine, Fransız pop müziğine, batı klasiklerine, Yunan müziğine zaman zaman ölçüsü kaçacak düzeyde vakit ayırdım. Bunları içimde birleştirmeye çalıştım. Bu kargaşa bugün bile devam ediyor.

Aynı zamanda çok sayıda film ve dizi müziğinin yanında bilgisayar oyunlarına da müzik yaptınız. Bu yapımlara müzik yaparken nelere dikkat ediyorsunuz, film, dizi, bilgisayar oyunu ve belgesel gibi farklı yapımlara müzik yapmanın nasıl farkları bulunuyor? Ayrıca sizin için bir film ya da dizinin müziğinin o yapımın izleyiciye ulaşmasında nasıl bir etkisi bulunuyor?

Boğaziçi Üniversitesi Oyuncularında başladığım “başka bir şeye hizmet eden müzik yapma” sevdası, sonraki yıllarda da devam etti. Müziği bir film, oyun veya başka bir görselle birleştirme düşüncesi bana her zaman ilginç geldi. Sonraları da zaten bu benim kariyerim, hayatımı kazandığım mesleğim oldu. Nasıl bu oyunlar, görseller yaptığınız müziği etkiliyorsa, yaptığınız müzik de haliyle son ürünü etkiliyor. Bu çok disiplinli çalışmalar göründüğünden daha karmaşık ve meşakkatlidir, fakat bir o kadar da zevkli, eğlenceli ve paylaşımcıdır.

“Şiir okumadan, şiirin iç yüzünü bilmeden şarkı sözü yazamazsınız”

İmzanızın olduğu şarkı sözlerine bakıldığında önce bir şiir yazılmış ve sonra bestelenmiş gibi hissediliyor. Söz yazarken ya da genel anlamda müziğinizi üretirken edebiyattan nasıl yararlanıyorsunuz?

Şiiri çok severim. Edip Cansever ve Nazım başta olmak üzere hayran olduğum çok kudretli şairler vardır. Şiirle şarkı sözü aynı şey değildirler. Ancak kanımca, şiir okumadan, biraz şiirin iç yüzünü bilmeden, bırakın şiiri, şarkı sözü dahi yazamazsınız. Ben önce şarkı sözünü yazmam. Her zaman değil ama umumiyetle müzikle söz birlikte uçar ve birbirlerini beslerler. Bu belki daha zor bir yöntemdir ama son ürüne yönelik kolaylıkları da vardır. Şarkıların, şiirlerin olduğu gibi, hikayeleri vardır. O hikayeler olmadan şarkılar güdük kalır. O yüzden “ben seni sevdim, sen bana küstün” minvalindeki binlerce şarkı hemen unutulup gider. Hikayesi içinize dokunursa, o şarkıya yakalandınız demektir.

Boğaziçi kampüsüne her fırsatta geldiğinizi ve buranın size iyi geldiğini belirttiniz. Kampüsteki müzik etkinliklerinden hangilerini takip ediyorsunuz ve Boğaziçi’nin size iyi gelen tarafı nedir?

Boğaziçi Üniversitesi’nde hayatımın en güzel yıllarından birkaçını geçirdim. Bana öğrettikleri, kazandırdıkları, bende bıraktığı duygunun tadı ölene kadar unutulmayacak bir kıvamda. Dostluklar devam ediyor, eğitim de öyle… O yüzden her fırsatta okuluma gider, kantinden çayımı alır, açık havada içerek etrafı ve boğazı seyrederim. Pek çok kez bir tanıdık simaya rastlamak beni misliyle mutlu eder. İstisnasız her gidişim bana terapi tesiri yapar.