İzolasyon döneminde yalnızlıkla nasıl başa çıkabiliriz?

Boğaziçi Üniversitesi İşletme/Siyaset Bilimleri ve Uluslararası İlişkiler bölümlerinden mezun olan ve ardından Kanada’da University of British Columbia’da doktorasını yapan Prof. Dr. Hakan Özçelik, yıllardır örgütsel davranış, duygular ve işyeri yalnızlığı konularında araştırmalar yapıyor. Şu an California State University Sacramento İşletme Fakültesi’nde görev yapan aynı zamanda Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü’nde Adjunct Professor olan Hakan Özçelik, içinde bulunduğumuz salgın döneminde insanların yalnızlıkla nasıl başa çıkabileceklerine dair tavsiyelerini bizlerle paylaştı.
Caspar David Friedrich - Der Wanderer über dem Nebelmeer

Yalnızlık üzerine uzman bir araştırmacı gözüyle içinde bulunduğumuz dönemi değerlendiren Prof. Dr. Hakan Özçelik, hepimizin izolasyon, kriz yönetimi ve duygusal mekanizmalar gibi konularda net düşünmemizi sağlayacak fikirsel haritalara ihtiyaç duyduğuna dikkat çekiyor. Bu ihtiyaca yönelik yakın zamanda CBA Organizational Wisdom Studio YouTube kanalında haftalık videolar üretmeye başlayan Hakan Özçelik, bu episodlarda farklı disiplinlerden önde gelen fikir insanlarıyla analiz ve söyleşiler yapıyor. Kendisiyle izolasyon günlerinde yalnızlığı ele alan keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.    

“Teknoloji bizi kuşatmış durumda”

İçinde bulunduğumuz dönemde izolasyon mevzusu sıklıkla tartışılıyor. Pandemi döneminde izolasyonu nasıl tanımlıyorsunuz? CBA Organizational Wisdom Studio Projesi kapsamındaki Youtube videonuzda “Societal Sudden Organizational Isolation” tanımı yapıyorsunuz. Bu tanımı biraz açar mısınız?

Sosyal izolasyon yanlış bir kavram, çünkü insanların sosyalliğe en çok ihtiyaç duydukları dönemde sosyallikten uzak kalmak en son yapmamız gereken şey. Bu kavramın yerine artık “fiziksel izolasyon” kullanılmaya başlandı. Aslında bu kavram karışıklığından da yola çıkarak izolasyon döneminde bazı nüanslı ayrımların farkında olmamız gerektiğini düşünüyorum: Öncelikle “kendi başınalık” denilen bir kavram var. Kendi başınalık, keyif alınan bir duygu durumu. Sonrasında izolasyon kavramı geliyor, izolasyonda sadece fiziksel anlamda diğer insanlardan ayrılmış durumdasınız. Ancak izolasyon kavramı uzun süre devam ettiğinde davranışlar bozulabiliyor, algılar değişebiliyor. Bu da bizi yalnızlığa götürebiliyor. Son olarak da organizasyondan itilmişliğe taşıyabiliyor. Kendi başınalık, izolasyon, yalnızlık ve itilmişlik kavramları karıştırılmamalı ve bu kavramlar arasındaki sınırlar net şekilde tanımlanmalı. 

Biz şu an izolasyon dönemindeyiz. Öte yandan yalnızlık, yıllardır toplumsal bir sorun. Amerika’da ciddi bir problem. Hatta İngiltere’de “Yalnızlık Bakanlığı” kuruldu. Yalnızlığın ciddiyetini göz önünde bulundurarak izolasyon döneminde yalnızlıkla mücadele etme becerisini geliştirmeliyiz. İçinde yaşadığımız kriz durumundan kaynaklı olarak bazen yalnız hissetmeye başlayabiliriz. O zaman derhal gerekli önemleri alıp bir önceki duygusal durum olan izolasyona dönmek gerekiyor. Bir başka noktayı daha kabul etmeliyiz: Bu dönemde birçok insan kendini mutlu hissetmeyebilir. Mutluluk hedefini koymamak lazım. Bunun yerine izolasyon dönemi boyunca sevgi, şefkat gibi duygular vasıtasıyla insanlarla iletişimde kalmak öncelikli olmalı.

Kendi başınalık, izolasyon, yalnızlık ve itilmişlik arasındaki farkı idrak edip yalnızlıkla mücadele yöntemlerini keşfettikten sonra “izolasyon” kavramını biraz daha açabiliriz. Biz şu an “Toplumsal Ani Kurumsal İzolasyon” içerisindeyiz. Uzaktan çalışma ile beraber çalıştığımız kurumlardan izole olmuş durumdayız ve bu çok ani biçimde gerçekleşti. Anilik durumu tüm algılarımızı değiştirse de toplumsal adaptasyon hızlı şekilde sağlandı.

Adaptasyonla birlikte değişen alışkanlıklarımızın sürdürülmesi konusunda ısrarcı bir tutum sergilememek lazım. Örneğin, şu an teknoloji sayesinde insanlar birbirleriyle iletişime geçebiliyor, ancak bu iletişim insanların ihtiyaçlarının ufak bir parçasını oluşturuyor ve yüz yüze iletişimin yerini tutmuyor. Teknoloji sayesinde yapabildiklerimizi sürdürmeye devam ederken dikkatli olunmalı. Teknoloji şu an bizi kuşatmış durumda; bir miktar teslim olacağız. Normal yaşantılarımıza döndüğümüzde teknolojiyi kullanış biçimlerimizden dersler çıkarmak isteyebiliriz.

“Günlük rutinleri devam ettirmeliyiz”

Evden çalışma ve online iş hayatına geçilmesiyle beraber çalışanların duygu durumlarında neler değişebilir? Negatif duyguların varlığında çalışma ortamları nasıl düzenlenebilir? İnsanlarla ne tür etkileşim yöntemleri benimsenebilir?

İş ortamları, insan ilişkisi demektir; yani iş ortamları aslında insanların bir araya gelip problemleri çözmeleri için oluşturuldu. Bu dönemde kurumların gündelik hayattaki hakimiyetinin arttığını söylemek mümkün çünkü hemen herkes evden çalışmaya devam ediyor ancak kimse dışarı çıkamıyor. Evlerdeki iletişimlerimiz kurumlar bazında dönmeye başladı. Kurumların, teknolojik altyapısı da güçlü. Bu sebeple teknolojinin yanında kurumlar tarafında da kuşatıldığımızı söyleyebiliriz. Teknoloji bazında herkes aktör oldu ve biz bilgisayar kameralarındaki görüntülerden ibaret hale gelmeye başladık. İnsanların genel anlamda iş haricinde dış dünyayla iletişime geçemediği bir dönemde yaşıyoruz. Hâl hatır sorma ve muhabbetler azaldı. Bütün bunların duygu durumlarımıza tabii ki etkileri olacaktır.  

Negatif etkilenmemek için en büyük önerim gündelik rutinleri devam ettirmek. Sabah kalkıp, giyinip, kahvaltı yapıp güne başlamak önemli. İş aralarında mola vermek şeklinde belli rutinler yaratılabilir. Ayrıca yalnızlık bulunduğunuz alanla ilişkilidir. Örneğin, iş yerinde kimseye yakın hissetmeyebilirken eve geldiğinizde aile ilişkileriniz yakınsa yalnızlık hislerinizden kurtulabilirsiniz veya iş hayatında arkadaşlarınız vardır fakat evde tek başına yaşadığınız için eve dönünce yalnız hissedebilirsiniz. İzolasyon döneminde insanlar evden çalışmaya başlayınca iş hayatı yalnızlığı ve ev hayatı yalnızlığı karışabilir. Çünkü ev ve iş arasındaki sınırlar iç içe geçmiş durumda. Tabii eskiden iş yerinde bir sorunla karşılaştığınızda bunu eve taşımamak için deşarj olduğunuz ve yolda geçirdiğiniz bir zaman da söz konusuydu. Bugünlerde çalışırken birden yan tarafa döndüğünüzde ailenizle birliktesiniz. Aradaki geçiş süresi saniyeler sürüyor. Duygular otomatik kapatılıp açılamadığı için bu geçişlerde ailelerimizle işyerlerimiz arasında taşınabiliyorlar. Yani işle aile arasındaki sınırları iyi korumanız, mesainiz bittikten sonra belli zaman aralıklarında kendi başınıza biraz kafa dinlemeniz gerekebilir. Bu noktada devreye meditasyon gibi yöntemler girebilir. Veya insanlar kendi başınalıktan nasıl keyif alabileceklerini keşfedebilirler.

Rutinlerin değerinin fark edilmesi konusunda bu dönem bir fırsat da sağlayabilir. Periyodik aktivitelerin insanı besleyen bir tarafı mevcut. Periyodik olunca zamanı daha iyi algılıyoruz ve geleceğe yönelik güven duygusu yükseliyor. Zaten doğanın kendisi de rutindir. Döngüler halinde zaman ilerler. Şimdi bozulan rutinlerimizi gözden geçirme zamanı diye düşünüyorum. Bu süreçte insanlarla yollarda karşılaşıp “merhaba” demenin veya komşuya bir çay içmeye gitmenin bile değerini fark edip eski rutinlerimizin kıymetini anlayacağımız bir dönem. İlişkilerimizi yeniden ele aldığımız bir dönem. Salgın günlerinin iyi çıkarımlarından birisi bu olabilir.

 “Fikirsel, duygusal ve ilişkisel anlamda kuvvetli kalmaya çalışalım!”

Toplumun önemli bir kesimi de iş yerine gitmek zorunda kalıyor, evden çalışma gibi olanağı olmayanlar mevcut. Bu dönem fiziksel bir mekânda çalışmak durumunda olanlar hangi duygu durumlarıyla karşı karşıya kalabilirler?

Bu dönemde iş yerinde çalışmaya devam etmek, çalıştığınız ortama bakışınızı değiştirebilir. Geçenlerde biz de kampüse uğramıştık ve ortalık bomboş olduğu için tuhaf hissetmiştim.

Fakat iş yerine gitmeye devam edenlerle ilgili bence esas sorun sürekli hastalık riski altında olmak. Bu konuda yöneticilere büyük görevler düşüyor. İş yerine giden insanların takdir edilmesi çok önemli. Çünkü bu insanlar polis veya itfaiye gibi bir kahramanlık statüsüyle işlerini gerçekleştirmiyorlar. Örneğin, market çalışanları da bir nevi bizim gıdaya ulaşmamız açısından fedakarlıkta bulunan insanlar. Bu dönemde tüm dışarda çalışmaya devam edenlere değerli oldukları hissettirilmeli.

Hepimiz zor bir süreci idare etmeye çalışıyoruz; şu an rahat olabiliriz ancak izolasyon uzun sürerse birtakım problemler başlayacaktır. İzolasyonun getirdiği tükenmişlik, anormallik ve tuhaflıklar daha yoğun hissedilecektir. Bu durumda ortak değerlerimizi düşünüp hareket etmeliyiz. Tüm dünya bu süreçten geçiyor, aslında bir savaş içerisindeyiz. Öldürme üzerine değil yaşatma üzerine kurulu bir savaş. Büyük ölçüde duygusal ve psikolojik kuvvete dayalı bir savaş. Bu kuvveti koruyan toplumlar sürecin daha iyi üstesinden geleceklerdir. Hem fikirsel hem duygusal hem de ilişkisel anlamda kuvvetli kalmaya çalışalım!  

CBA Organizational Wisdom Studio Projesi nedir? Youtube’da sizin de katkıda bulunduğunuz video serisindeki hedefleriniz nelerdir?

California State University Sacramento’da İşletme Fakültesi’nin bir projesi olan “CBA Organizational Wisdom Studio” kapsamında üç senedir canlı yayınlar gerçekleştirip farklı alanlardan uzmanları bir araya getiren etkinlikler düzenliyoruz. Bu yayınlarımızda bilgelikten ilham aldık. Çünkü bilim, 19. yüzyılda gelişmiş; deneye, ampirizme dayalı bir kurum iken bilgelik binlerce yıldır var ve insanların sorgulayarak kafa yorduğu konular bilgeliğin de kapsamına giriyor. Bizler de bilgeliğin sorgulayıcı olan, ufuk açan ve pratik çözümler sağlayan yönünden ilham aldık diyebilirim. Örneğin, öfke yönetimi ve girişimcilerin duygusal enerjiyi yönetme biçimleri konusunda müzik ve tiyatro gibi sanatın çeşitli dallarından çok şey öğrenebileceğimizi gördük.

Yaşadığımız kargaşa döneminde insanların akıl sağlıklarını koruyabilmeleri için bazı konularda net düşünebilmeleri önemli. Hepimizin duygusal ve zihinsel anlamda haritalara ihtiyacı var. İnsanlar salgın günlerinde kendilerini sakinleştiren, faydalı bilgilere ulaşmak için çabalıyorlar. Ben de bir sosyal bilimci olarak Wisdom Studio Projesi’nde içinde bulunduğumuz izolasyon dönemini anlamaya yönelik içerikler üretme sorumluluğunu hissettim. Yapımcı, aktris ve yönetmen Elisabeth Nunziato ile içerikleri hazırlıyoruz. Yalnızlık konusunda Youtube’da yayınladığımız ilk iki bölümle bir çerçeve yarattık. Sonraki episodlarda psikologlarla, sosyologlarla, strateji uzmanlarıyla, sanatçılarla da görüşerek video içeriklerimizi genişletiyoruz.

Boğaziçi’ndeki lisans günleriniz nasıl geçti? Burada aldığınız eğitim, kariyerinizi ne yönde etkiledi? İş hayatında duyguların rolü, yalnızlık gibi konular üzerine çalışmaya nasıl karar verdiniz?

Üniversite hayatı bana çok şey kattı. Boğaziçi, bir üniversitenin ötesinde öğrencilerine potansiyellerini keşfetmelerini sağlayan bir kurum. Öğrencilerine en başta geniş bir dünya görüşü veriyor, temel değerler aşılıyor. Böylece insanı hep ön planda tutarak sınırlara sığmayan bir dünyayı düşünebiliyorsunuz.

Ben lisans eğitimime 1990’da başladım. 1995 yılında Boğaziçi Üniversitesi İşletme ve Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümlerinden çift anadal derecesiyle mezun oldum. 1998 yılında MBA’imi tamamladım. O yıllarda BÜO ve Tiyatro Boğaziçi’nin de üyesi olarak sanata yönelik ilgi alanlarımı keşfettim. Ben uzun yıllar Güney Kampüs’te yurtlarda kaldım. Bu yüzden Orta Saha ayrı bir dünyadır benim için. Hâlâ öyle olduğunu Boğaziçi’ne sabbatical için gelince de fark etmiştim. Orta Saha’nın bir tarafı yurt, bir tarafı İşletme Bölümü, diğer tarafı tiyatroydu; lisans günlerim bu üçgen içinde yaratıcılığı besleyen bir ortamda geçti. Yurtlarda arkadaşlarımızla da çok muhabbet ederdik. Okurduk, yazardık, düşünürdük. Meslek hayatına girince böyle sosyal aktivitelere zaman ayırmak zorlaşıyor; fakat Boğaziçi kültüründen geldiğiniz için bir şekilde zaman ayırmaya devam edebiliyorsunuz.

Ben iş hayatındaki insan davranış ve duygularıyla ilgili konulara ikinci sınıfta yönelmeye karar vermiştim. Bunda tiyatroyla ilgilenmemin de etkisi vardır. Ayrıca Boğaziçi’ndeki eğitimim sırasında üç hocamın benim üzerinde büyük etkisi olmuştur: Prof. Dr. Hayat Kabasakal, Emeritus Prof. Dr. Güven Alpay ve Prof. Dr. Muzaffer Bodur. Bu hocalarımla yıllardır hemen hemen her yaz görüşürüz; şimdi de Hayat Hoca’yla birlikte araştırmalar yapıyoruz. Bir de Prof. Dr. Ayşegül Toker vardır. Kendisi ben asistanken Boğaziçi’nde çalışmaya başlamıştı. İdare Bilimler, Ayşegül Toker gibi bir lidere sahip olduğu için çok şanslı. Kendisi hep takdir ettiğim bir insan olmuştur. Boğaziçi yıllarımda daha pek çok değerli hocalarım oldu. Kendilerine sevgilerimi gönderiyorum.