Jameson Kısmet Bell’den Yeni Kitap: “Performing The Sixteenth Century Brain”

İnsan bedeni, sandığımızdan daha uzun bir zamandır merak ediliyor ve içinde ne olduğu görülmek isteniyor; insan beyni de bedene dair merak edilen organların başında geliyor. Boğaziçi Üniversitesi Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Jameson Kısmet Bell’in yeni yayınlanan kitabı “Performing The Sixteenth Century Brain: Beyond Word and Image Inscriptions” insan beyni temsillerini tarihsel analiz ve edebiyat kritiği çerçevesinde ele alıyor. Kısmet Bell, Hans von Gersdorff’un “Fieldbook of Surgery” (Feldtbuch der Wundtartzney) ve Lorenz Fries’in “Mirror of Medicine” (Spiegel der Artzny) kitaplarını inceleyerek 16. yüzyılın başlarındaki beyin temsillerinin üretim ve alımlanma süreçlerine odaklanıyor.

Jameson Kısmet Bell ile kitabının ortaya çıkış süreci ve disiplinler arası bir alan olarak ön planda durmaya başlayan “medical humanities” (tıpta insani bilimler) alanına katkıları üzerine konuştuk.

Kitabınızda incelediğiniz Hans von Gersdorff’un “Fieldbook of Surgery” (Feldtbuch der Wundtartzney) ve Lorenz Fries’in “Mirror of Medicine” (Spiegel der Artzny) kitaplarını neden seçtiniz? Bu kitapların beyin temsilleri açısından önemi nedir?

İki kitap da tezim için araştırma yaparken tesadüfen karşıma çıkmıştı. Bu kitaplar tıp literatüründe beynin hatasız temsillerini içerdiği için ilk alıntılanan eserler arasında yer alıyor. Ayrıca, beyin zarı kıvrımlarını içeren bir resim ilk kez bu kitaplarda yer almıştı. Böylece bugün beyin olarak bildiğimiz organın temsilinin bu kitaplarla bir dönüşüm yaşadığını söyleyebiliriz.

Ancak kitaplarda beyin hakkında çok bir şey yazılmadığını fark ettim. Özellikle insan kafası hakkındaki ritüellerin kuralları ve icraları hakkında bilgiler içeriyorlar ve yine kafa hakkında tıbbi ve cerrahi tedaviler, ilaçlar bağlamında bilgiler veriliyor. O dönemde kafanın, ruhu içeren bir kap olduğu düşünülüyordu. Buradan yola çıkarak insan beyninin görsel temsillerinin yer aldığı bu kitaplarda beynin kendisi hakkında bir şey yazılmamış olması dikkatimi çekmişti. Bu noktada tıp tarihinden çok kitaplarda yer alan imgelerle ilişkili halde olan dilin yazınsal analizini araştırmaya başladım.

Modern beyin temsilleri ile bu kitaplarda yer alan temsiller arasında nasıl farklar bulunuyor?

Benim kitapta odaklandığım beyin görselleri gerçekçi basılmış ve üç boyutlu şekilde kâğıt üzerinde yer alıyorlar, insan bedenine dair ilk kez bu kadar doğru bir temsil görüyoruz.

Antik ve Orta Çağ beyninin algılanması önemli bir varsayıma dayanıyor: Beyin kafanın bir parçası ve kafa bugün zihin dediğimiz düşünsel ruhu içeriyordu. Akıl; parçalara ayrılmış şekilde, yani sağduyu ve hayal kurma önde, mantık ortada ve bellek arkada yer alıyor. İnsanlar aklın bu küçük üç odada bulunup beynin merkezinde olduğunu varsayıyorlardı. 16. Yüzyıl boyunca ve öncesinde kullanılan görsellerde bir hastanın kafasının üzerinde birleştirilmiş geometrik şekiller, ruhun bulunduğu yeri gösteriyordu. Beyin işleyişindeki bozuklukları ve hastalıkları tanımlayan yollar da vardı ve ruhsal hastalığın iyileştirilmesi için bu yollar kullanılıyordu. Bu yollardan biri olarak ameliyat bile hastalık ve yaralanma anında kullanılıyordu.

Modern beyin temsili olarak gördüğümüz temsil aslında beynin görünmeyen şeyleri temsil etmesi konusunda nasıl gözden çıkarıldığına dair bir rehber. Ancak metnin resimlerle ilişkisi bağlamında dikkatli okunması sonucu bu prosedür netleşiyor.

“Her resim dünya hakkındaki spesifik varsayımları temel alan birer inşadır”

Odak noktasını beden ve beyin görsellerinden onların üretimi ve yorumlanmasına değiştirmek neden önemli? Bu görselleri üretmek ve yorumlamak için kullanılan bazı mekanizmalar neler ve bu süreçleri kontrol eden bir güç mekanizması mevcut mu?

İmajlar retoriktir, bilginin içeriğinden önce görünürlüğünü sunarlar. Görsellere odaklandığımızda bu imajların nasıl inşa edildiğini kaçırabiliriz. Eğer duyusal dünyanın nasıl temsil edildiğine ve konuşmada, kâğıtta, mürekkepte ve bugün dijital teknolojilerde kayıt altına alındığına dikkat edilirse son üründe ya da görselde problem görülebilirdi. Bir görsel ne kadar gerçekçi olursa olsun, dünya hakkındaki spesifik varsayımlar temelinde bir inşadır.

Lorenz Fries örneği bu durumu açık ediyor: Bir hekim olarak 16. yüzyılda Fries, tıbbi bilginin kamuya ulaştırılması için Latin tıbbını Almancaya tercüme ediyor. Fries, tıbbi bilginin asillik ve zenginlikle sınırlandırılmaması gerektiğini belirtse de bir taraftan da kendi yayın sürecini kontrol altında tutmak istemişti. Mirror of Medicine kitabının ilk baskısında Fries’ın onayı olmadan yayıncı; beden ve beyin görsellerini -ki bunlar sonradan popüler olacaklardı- ekleyebilmişti. Kitabının hiçbir yerinde Fries, bu görsellerden bahsetmez ve parçalara ayırma ve görselleri anlattığı zaman küçümseyici bir dil kullanır; çünkü öğretmeye çalıştığı bilgi yanında görsellerin dikkat dağıttığını düşünüyordu.

Retorik araç olarak görsellerin pırıltısı güçlüdür. Yalnız resme baktığımızda Fries’ın kitaba o resimleri koyduğuna sanabiliriz ve onu bedeni temsil etmede yeni teknikleri kullandığı için devrimci bir figür olarak düşünebiliriz; ama kitabın üretim aşamasına baktığımızda farklı bir hikâye ile karşılaşıyoruz. Fries için bilgi; sadece fiili ve sözlüydü ve görselleştirme gibi teknikler ona göre hasta doktor ilişkisine zarar veriyordu.

 “Antik dünyadan 17. yüzyıla kadar beyin bir çöptü”

Siz beynin amaçlanmadan yapılan bir eser olduğunu ve kayıt kodlarındaki hafif değişiklikler yoluyla bu eserin ortaya çıktığını iddia ediyorsunuz. Bize bu iddianın temelini anlatır mısınız ve kayıt kodlarındaki bu değişiklikler nelerdi?  

Yukarıda belirttiğim gibi antik dünyadan 17. yüzyıla kadar beyin çöptü. “Çöp” kelimesi belki aşırı olabilir ama Aristoteles, beynin kalp tarafından üretilen sıcaklığı düşürmek için kullanılan bir mekanizma olduğunu söylemişti, Platon ise beynin ve kafanın insan ruhunu muhafaza ettiğini iddia etmişti. Orta Çağ doktorlarının ve cerrahlarının pratik ve bilgilerini miras almış Fries ve Gersdoff için bedenin en önemli kısmı kafaydı. Kafanın parçası olarak beyin, birinin saçından daha önemsiz veya daha önemli değildi.

“Amaçlanmadan yapılan eser” konsepti bilim tarihçisi H.J. Rheinberger ve sosyolog B. Latour’dan geliyor. Rheinberg ve Latour, bilim insanlarının yaptıklarını kayıt altına aldığını yazar ve 16.yüzyıl Avrupa’sında bu kayıt altına alma işlemi bedeni tarif eden sanatçıları, diseksiyonlar sırasında bedeni kesen cerrahları ve bu kayıtları kamuyla paylaşan yayıncıları da içine alacak şekilde yön değiştirdi. 1517’deki ilk kamusal diseksiyonun bir parçası olan Hans von Gerdorff, beyni izole edilmiş bir obje olarak yarattığının farkında değildi ya da anatomik bir organı tanımlarken resimler ve kelimeler arasındaki ilişkinini önemini de bilmiyordu; ancak kayıt süreçlerinde bu küçük değişiklikler bugün bildiğimiz beyni yarattı.

 “Bugün tanıdığımız beyin performans fikrine dahil edilmektedir”

16. yüzyıl beynini tanımlarken, kitabınızın başlığında da kullandığınız gibi, beyni performe edilmiş bir obje olarak tanımlama sebebi nedir?

Performans konsepti dil, beden, sanat veya kültürel aktivitelerle alakalı olsa da çağdaş eleştirel teoride önemli bir yere sahip. Bir şeyi icra ettiğimizde bizim ve izleyicilerimizin tanıdığı belli kodlar sergiliyoruz. Bu performans eylemi anlam hakkında da bir şeyler varsayıyor: Herkesin bildiği ve tanıdığı, doğal ve natürel bir obje yoktur. Bizim sahip olduğumuz belli kodlar mevcutsa obje ortaya çıkar. O kodlar yoksa obje kaybolur.

Performanslar ancak yorumlanacak kodlara sahipseniz rasyonel olurlar. Çağdaş tıp tarihçilerinin Erken Modern dönemde beynin nasıl icra edildiğine dair kodları tanımadaki yetersizliği bu performansın bir örneği: Belli kodları göz ardı etmediğimiz ya da göremediklerimiz aracılığıyla tanırız. Biz bir resmin görsel kodlarını tanırız, bir kitabın anatomisini veya basılı bilginin kitap kalitesini… Bizim tanımadıklarımız ise yabancı ritüeller, doktorların, cerrahların, hastaların ve sanatçıların bedenleri, başları ve beyinleri sergilendikleri görünmez araçlarla alakalıdır. Ben kitabımda bu kodlara dikkat çekmek istedim. Bu kodlar beyni sağduyu, hayal, akıl ve hafıza için bir kap olarak yaratıyor. Bu bizim bugün sahip olduğumuzdan farklı bir obje, çünkü epistemik performansı farklı.

Ele aldığınız iki tıp kitabını incelerken yakın okuma metodunu kullanıyorsunuz. Bu metot bedenin medikal temsillerine dair anlayışımıza ne ekleyebilir?

İnterdisipliner bir kitap olarak bu kitap; kültürel eleştiri, tıp tarihi, anatomi hatta edebi kritikten gelen bilgiye dayanıyor. Bu kitap, tıbbi insani bilimler (medical humanities) disiplini altında kategorize edilebilir. Görsel sanatçı, müzisyen, yazar ya da genetikçi olsak da biz disipliner olmayan yazılar üretiyoruz ve bu yazıları ancak akademik disiplinlerle çerçeve haline getirebiliyoruz. Yazıların kendisinin böyle bir iddiası yok.

Yakın okuma, yeni jenerasyonu edebi kritik konusunda eğitmek ve şiiri takdir etmek için erken 20. yüzyılda gelişmişti. 1980’lerin ilk yıllarına kadar yakın okuma şiirsel veya edebi olmayan kitapları ve objeleri de içerecek şekilde değişti. Benim cerrahi ve medikal kitapları yakın okumam da bu trendi takip ediyor. Bu potansiyel araştırma objelerinin genişlemesi beni diğer alanlara ve antropolojide, sosyolojide, bilim tarihinde uygulanan diğer yakın okuma formlarına yöneltti. Benim edebi kritik alanındaki eğitimim, tıp tarihinde fark edilmeyeni tanımlamamı sağlarken ayrıca tıp tarihi ve sosyolojiden aldığım konseptler de edebi kritikte kaçırdığım noktalara dikkat çekmeme izin verdi.

Beyin çalışmaları 16. Yüzyıl ve sonrasında toplumsal cinsiyet bağlamında nasıl değişti? 16. yüzyıl tıbbı bu perspektifte, erkek ve kadınlara (bazı durumlarda epilepsi olan kadınların cadı olarak yaftalanması gibi) nasıl davranmıştı?

Toplumsal cinsiyet bu kitabın odağında yer almadı, bu yüzden yalnızca bazı noktaları işaret edebilirim. Fries ve Gersdorff, beyni icra etmedeki ilişkileri bağlamında toplumsal cinsiyet kalıplarına değinmişti. Ancak 16. yüzyılda beyin konseptinin farklı olması gibi, toplumsal cinsiyet kavramı da farklıydı. Thomas Laquer’ün Making Sex: Body and Gender from the Greeks to Freud kitabında işaret ettiği gibi 19. yüzyıldan önce yalnızca bir cinsiyet ve beden vardı ve bu erkekti. Bu varsayımı hem Gersdorff hem de Fries’ın kitaplarında dört element ve dört huy teorisi kısımlarında bulabiliyoruz. Örneğin, bu yazarlar belli davranış ve hastalıklara yatkın olduklarını dolayısıyla kadınları daha ıslak ve topraksı kabul etmişler, bazı varsayımlar ışığında erkekleri ise kuru ve havalı diye tanımlamışlardı. Cadılarda olduğu gibi, analizin karmaşıklığı kültürel, sosyal, politik, yasal ve epistemolojik varsayımların ayrılmasına yol açar. Barbara Duden’in Woman Beneath the Skin kitabı böyle bir analizi benim aktarabileceğimden daha iyi anlatır.

Kadınlar ve erkekler arasındaki biyolojik ayrım ve toplumsal cinsiyet konusundaki daha güncel tartışmalar 19. yüzyıla kadar ortaya çıkmadı. Bu noktada sizlere Orta Çağ’dan beri toplumsal cinsiyet alanında yapılan mükemmel çalışmalar önerebilirim. Örneğin, Katharine Park, Secrets of Women kitabında toplumsal cinsiyet ve iktidar konularında anatominin kökenine odaklanır. Londa Schiebinger’ın The Mind Has No Sex kitabı ise toplumsal cinsiyet kritiği, cinsiyetlendirilmiş bedenler ve bilginin değişen tanımları arasındaki ilişkiye dair bir anlatı sunuyor ve benim tez danışmanım Michael Hagner’ın kitapları, insan beyninin Aydınlanma Dönemi’nden günümüze kadar pek çok kültürel, sosyal ve bilimsel kategorilerle ilişkisi kapsamında değerlendirmelerini içeriyor. Bu kategorilerden biri de toplumsal cinsiyetti. Daha çok kitaptan bahsetmek istesem de bunlar konu hakkında başlangıç için iyi adımlar diye düşünüyorum. 

“Bugün beyin hakkında bir şey bilmemek mümkün değil”

Son olarak 16. yüzyıldan 21. yüzyıla geldiğimizde beyin temsillerinin alımlanması nasıl değişti?

Biz dünyayı elimizdeki araçlar ve teknolojiler dahilinde anlıyoruz. Teknolojiler değiştiğinde, bilgi pratikleri, dolayısıyla dünya değişiyor. Orta Çağ doktorlarının otoritesi söz ve hafıza merkezliydi. Onlar bilgi ritüelleri yoluyla farklı bir beyin yarattılar. Örneğin, bir doktor beden hakkında ne derse konuşmanın otoritesi merkezinde o bilgi doğruydu. Beden, doktorun yaptığı teşhisler veya cümlelerle çatışsa bile onun konuşması asıl otoriteydi. Yazının ve baskının kayıt ve bilgi paylaşımı için işin içine girmesiyle doktorun konuşmasının etkilerinin tersine çevrilmesine neden olabilecek karşılaştırmalar yapmak mümkün oldu. Doktorlar artık kelimeleri ve fikirleri hatırlamak ya da antik bilgiye başvurmak zorunda değillerdi. Diğer bir deyişle konuşmaları yazılı ve basılı metinlerin varlığına göre, görsel imgelere göre değişti. Bu görseller bedenin kendisi kadar önemli hale geldiler. Örneğin, anatomi kitaplarının sayılarının artması ve basılması 16. yüzyılda bilgi performansında bir değişimi beraberinde getirdi. Her yeni kitap, bedeni yazılı ve görsel detaylarla kaydetti.

Mekanik ve elektriksel kayıt aygıtlarının 19. yüzyıl ve 20. yüzyıllarda gelişim göstermesiyle yeni ritüeller, prosedürler ve kayıt teknikleri ortaya çıktı. Dijital görüntüleme tekniklerinin gelişmesi geç 20. yüzyıl ve erken 21. yüzyıldan beri devam ediyor. Bu eşi benzeri görülmemiş gelişim, tıp teknolojilerinde beynin yeni konseptlerinin ortaya çıkmasını sağladı. Gelecekte de bugün bildiğimiz ve temsil ettiğimizden farklı konseptler çıkacak.