Mülteci Hakları Merkezi’nden 3 Boğaziçiliyle mülteci hakları üzerine söyleşi

Son günlerde dünyada ve ülkemizde de mültecilik ve mültecilerin durumu önemli bir sorun haline geldi. Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği’nin (BÜMED) aylık yayını Boğaziçi Dergi’den Şenay Çınar, mülteciler konusunda çalışmalar yapan Mülteci Hakları Merkezi’nden üç Boğaziçili isim; Oktay Durukan, Öykü Tümer ve Nur Özkut ile görüştü. Derginin Ekim 2015 sayısında yayımlanan röportajda merkezin mültecilere sunduğu hizmetler, Türkiye’deki hukuki durum ve Boğaziçi’nde eğitim görmenin böyle bir alanda nasıl faydalar sağladığına değinilen bu röportajı sizlerle paylaşıyoruz…

Öncelikle kendinizi tanıtmanızı rica edebilir miyiz?

Oktay Durukan: Ben 2000 yılında Sosyoloji ve Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldum.

Öykü Tümer: 2008’de Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdim.

Nur Özkut: 2013 yılında Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler ve Felsefe Bölümü’nden mezun oldum. Hâlâ master öğrencisiyim.

Mülteci Hakları Merkezi ne zaman faaliyete geçti? Neler yapıyor?

Oktay Durukan: Mülteci Hakları Merkezi faaliyetlerinin başlangıcı 2003-2004’lere dayanıyor. O zamanlar daha önce başka ülkelerde mültecilere yönelik hukuki destek ve danışmanlık konusunda çalışma tecrübesi olan bir grup yabancı arkadaşımız, Türkiye’de bu alandaki boşluk ve ihtiyaçları görüp, Türkiye’ye sığınan kişilere ücretsiz bilgi ve danışmanlık sağlamak üzere gönüllü bir çalışma başlatıyor. Daha sonra 2005 senesinde bu çalışma 90’lardan beri Türkiye’de insan hakları ve demokrasi meseleleri üzerine faaliyet yürüten Helsinki Yurttaşlar Derneği (hYd) bünyesine taşınıyor ve “hYd Mülteci Destek Programı” ismiyle daha kurumsal bir çerçevede devam ediyor. İşte ben de 2004-2005 döneminde, yabancı arkadaşlarımızın başlattığı bu sürece ilk yerli kuvvet olarak dâhil olmuştum. hYd çatısı altında geçirdiğimiz, çalışmalarımızı giderek genişlettiğimiz ve derinleştirdiğimiz 10 yıllık bir dönemden sonra, 2015 Mart ayından itibaren faaliyetimizi yeni kurduğumuz ayrı bir dernek bünyesine taşıdık ve artık “Mülteci Hakları Merkezi” ismiyle yolumuza devam ediyoruz. Bu bakımdan Mülteci Hakları Merkezi yeni bir kurumsal kimlik; ama 10 yılı aşkın bir deneyim ve uzmanlık birikiminin neticesi. İşte faaliyetimizin bu yeni örgütlenmesi içinde benimle beraber Öykü ve Nur da önemli sorumluluklar üstlendi; dolayısıyla aslında artık Merkez’in mutfağında üç kuşak Boğaziçili var. Keza, üyelerimiz ve destekçilerimiz arasında üniversite çevresinden değerli arkadaşlarımız var.

Çalışmalarımızın üç bileşeni var: Hukuki destek, savunuculuk ve kapasite geliştirme. Savaş ve zulüm olaylarından dolayı ülkelerini terk edip Türkiye’ye sığınan kişilere ücretsiz hukuki bilgi ve danışmanlık sağlıyoruz; hukuksal koruma mekanizmalarına erişimlerini sağlamak, ihlallerin önüne geçmek için gerektiğinde mahkemeleri kullanıyoruz. İkinci olarak, Türkiye’de sığınma alanındaki mevzuat, politikaları insan hakları perspektifinden izlemeyi, uluslararası standartlar ışığında iyileşmesini teşvik etmeyi amaçlayan savunuculuk (advocacy) faaliyetleri yürütüyoruz. Mevzuat, kurumlar, uygulamalar hangi noktalarda eksik kalıyor, aksıyor, nasıl iyileştirilebilir? Karar vericilerle, ilgili kamu kurumlarıyla ilişkilenmeye gayret ediyoruz. Raporlar ve öneriler yayımlıyoruz. Kamuoyundaki farkındalık ve duyarlılığı artırmaya yönelik gayretler gösteriyoruz. Ve üçüncü olarak, Türkiye’de sığınmacılara yönelik hukuki destek arzını ve kalitesini artırmaya yönelik kapasite-geliştirme çalışmaları yürütüyoruz. Yıllar içinde özellikle barolarla işbirliği içinde avukatlara yönelik çok sayıda mülteci hukuku ve uzmanlık eğitimleri gerçekleştirdik; başvuru kaynakları yayımladık; özellikle Adli Yardım mekanizmasından sığınmacıların da yararlanabilmesini teşvik etmeye gayrete ediyoruz. Keza, bu alanda çalışan sivil toplum örgütlerinin uzmanlık ve deneyimlerini, etkinliklerini arttırmaya yönelik çalıştay ve seminerler düzenliyoruz.

Mülteci Hakları Merkezi mültecilerin Türkiye’de hukuksal koruma mekanizmalarına erişmesi için çalışıyor; ama göç ve sığınma meselesi hem küresel hem de pek çok bakımdan bölgesel bir olgu. Türkiye’nin çatışmalı, ağır insan hakları ihlallerinin yaşandığı bölgelerle güvenli ve müreffeh Avrupa ülkeleri arasındaki köprü konumundan dolayı, gerek Ortadoğu ve Akdeniz havzası gerekse Avrupa’da benzer faaliyet yürüten sivil toplum aktörleriyle yakın ilişkilerimiz ve ortaklıklarımız var. Göç ve sığınma meselelerine dair bölgesel ve uluslararası düzeydeki tespit ve politika tartışmalarına Türkiye perspektifinden katkı yapmaya gayret ediyoruz. Türkiye biliyoruz ki hem mülteci üreten bir ülke hem bir geçiş ülkesi hem de artık muazzam hacimde bir sığınma ülkesi.

Son olarak, faaliyetlerimizin bir de yeni Amerika ayağı var. Bu belki özellikle Amerika’da yaşayan ve çalışan Boğaziçililerin ilgisini çekebilir. 2013 senesinde, New York’ta bir grup Amerikalı avukat ve mülteci hakları savunucusu arkadaşımızın da desteğiyle “Refugee Solidarity Network” (RSN) ismiyle ikinci bir dernek kurduk. Bu vesileyle, Türkiye-Amerika ekseninde mülteci hukuku ve sığınmacılara yönelik hukuki destek alanında uzmanlık, deneyim paylaşımını, dayanışmayı artırmaya yönelik gayretlerimiz var. Şu anda devam eden proje faaliyetlerimizden en önemli olanını buradaki Mülteci Hakları Merkezi ve oradaki RSN ortaklığıyla birlikte yürütüyoruz.

Türkiye’de şu anda ne kadar sığınmacı var? Hangi ülkelerden geliyorlar?

Oktay Durukan: Aslında sorunuza biraz tarihsel perspektifte yanıt vermeye çalışalım. Biz 2003-2004 senelerinde sığınmacılar için hukuki destek çalışmalarımızı başlattığımızda Türkiye’de bir senede 4-5.000 kadar sığınma başvurusu yapılıyordu. O zamanlar İranlılar, Iraklılar, Afganlar ve Somalililer en büyük dört gruptu. Buna ilaveten Türkiye’yi transit geçen, zaman zaman sınır bölgelerinde yakalanmalarına müteakip bizimle temasa geçen belirli sayıda bir transit mülteci nüfus da vardı. Bugün ise, artık resmi kayıtlara göre 2 milyon, bizim tahminlerimize göre 2.5 milyon dolayında kitlesel sığınmacı Suriyeli nüfusuna ilaveten, yaklaşık 250.000 kadar da Iraklı, Afgan, İranlı ve diğer uyruklardan bireysel sığınmacı var. Bunun yanında özellikle Türkiye-Yunanistan sınırından ve Ege’den AB’ye doğru ciddi bir Suriyeli ve Afgan mülteci hareketi var. Bu hacim de 2015’in ilk sekiz ayında 200.000’in üzerinde gerçekleşti. Bunlar çok ciddi sayılar. Bulunduğumuz coğrafyadaki kırılmalar ve çatışmalar son yedi sekiz sene içinde Türkiye’yi artık gerçekten de ciddi bir göç ve sığınma ülkesi haline getirdi.

İşte böyle bir bağlamda biz Türkiye’de sığınma arayan ya da yolu Türkiye’den geçerken yakalanan mülteci durumunda kişilerin hem Türkiye’nin kendi hukukundan hem de uluslararası hukuktan gelen haklarına erişebilmesi, asgari düzeyde dahi güvende olmayacakları ülkeleri geri gönderilmemesi, temel haklarına riayet edilmesi, insani ihtiyaçlarının karşılanabilmesi için gayret veriyoruz. Bu kadar büyük bir sığınma akını karşısında sadece devlet aktörlerine değil sivil toplum aktörlerine, duyarlı yurttaşlara, kamuoyuna düşen büyük sorumluluklar var. Biz bu noktada hem Türkiye’nin yasaları, kurumları, idari kabiliyetleri ve politikaları bu zorlu sorumluluğun altından kalkabilecek şekilde gelişsin diye gayret gösteriyoruz, hem de toplumun farklı kesimlerinde sığınmacılara yönelik dayanışmanın artması, sığınmacılara yönelik destek hizmetlerinin gelişmesi için teşvik edici olmaya çalışıyoruz. Türkiye’de artık bu alanda uzun erimli, bilgi ve uzmanlığa dayalı, kurumsal nitelikli çalışmalara ihtiyaç var.

Sığınmacılara yönelik yürüttüğünüz hukuki destek hizmetlerinden söz edebilir misiniz. Öncelikle size nasıl ulaşıyorlar?

Öykü Tümer: Mülteciler bize çok farklı yollardan ulaşıyorlar aslında. Bu alanda çalışan diğer STK’lardan veya kendi topluluklarından kişiler tarafından yönlendirilenler var; başka ülkelerde sığınmacı olan yakınlarının yönlendirmesiyle yabancı STK’lar üzerinden ulaşanlar var; internet üzerinden bizi bulup başvuranlar var. Kişiler bize bazen ofisimize gelerek yüz yüze, bazen telefonla ulaşıp sorularını soruyor, karşılaştıkları sorunları anlatıyor, biz de ilgili mevzuatlar, usullerle ilgili açıklamalar yapmaya, hukuki imkânlar dâhilinde çözümler üretmeye çalışıyoruz. Bize başvuran her danışan için birer hukuki destek dosyası oluşturuluyor; bireysel vaka dosyaları kapsamında kişilerin işlemleri ve hukuki nitelikli sorunları ekibimizin içindeki danışman ve avukat arkadaşlarımızca takip ediliyor. Aslında bu yönüyle hukuki destek hizmetlerimizin örgütlenmesi bir ücretsiz avukatlık bürosuna benzetilebilir.

Oktay Durukan:  Gerçekten yaptığımız işin kalbinde mültecilerle kurduğumuz ilişki var. Biz bu işe başladığımızda Türkiye’de sığınma alanında hak temelli çalışma yapan başka STK yoktu. İnsan hakları örgütlerinin pek sahiplenmediği bir alandı. Bugün artık bu değişiyor; sığınmacılara yönelik hizmetler yürüten sivil aktörler çoğaldı; ancak bizim uzmanlık ve faaliyet alanımız olan hukuki destek ve danışmanlık konusunda sorumluluk halen ağırlıklı olarak bizim üzerimizde. Sığınma hukuku zor ve uzmanlık gerektiren bir alandır. Bir taraftan bu tip çalışma operasyonel kabiliyetler ve belirli bir bütçe gerektiriyor.

Nur Özkut: Pratik işleyişe bakacak olursak, bize her gün Türkiye’nin her yerinden onlarca başvuru geliyor. Merkezimiz İstanbul olmakla bereber Türkiye’nin her yerinde yaşayan sığınmacıların dosyalarını takip etmeye çalışıyoruz. Şu anda Türkiye’de Suriyeler için ayrı bir süreç, ayrı bir rejim, diğer uyruklardan bireysel sığınmacılar için ayrı bir işleyiş var. Ama temelde sığınmacıların Türkiye’ye geldikleri zaman ilgili devlet makamlarına kayıt olmaları, ülkelerini terk etme sebeplerine dair ayrıntılı bilgi sunmaları ve haklarında bir değerlendirme yapılması gerekir. Biz de buna ilaveten, Suriyeli olmayan nüfus için BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin ayrı bir prosedürü vardır. Bunlar sığınmacı açısından son derece bürokratik, çoğu zaman anlaması, takip etmesi son derece zor süreçlerdir. Bizim işimiz sığınmacılara hak ve yükümlülükleriyle ilgili yol göstermek, hak arama süreçlerinde kılavuz olmak, gerektiği durumlarda avukatlık yardımı sağlamaktır. Kişiler bize bazen Türkiye’de ilk geldikleri dönemde, bazen ilerleyen dönemde hukuki süreçlerde sorunlarla karşılaştıklarında, bazen sınır bölgelerinde yakalandıklarında, sınırdışı tehlikesiyle karşı karşıya kaldıklarında ulaşıyor.

Tabii Türkiye’deki sığınma rakamları artık bu seviyelere gelince İstanbul’daki bir küçük sivil toplum örgütünün mütevazı kaynak ve imkânlarıyla sayıları 3 milyona yaklaşan insanın hukuki destek ihtiyaçlarını karşılaması mümkün değil. O yüzden biz hizmet politikamızda ve müdahalelerimizde olabildiğince stratejik davranmaya çalışıyoruz.

Öykü Tümer: Oktay’ın anlattıklarından devam edecek olursak, bu anlamda stratejik davranmak örneğin hizmet sağlarken en hassas durumda olan belirli kategorideki -örneğin sınır dışı gibi sonradan telafisi mümkün olmayacak durumlarla karşılaşan sığınmacılaraöncelik vermeyi gerektiriyor. Stratejik yaklaşımın diğer unsuru ise bir yandan bireysel vakalarda çözümler bulmaya uğraşırken, bir yandan da Oktay’ın sözünü ettiği savunuculuk ve lobi gayretleriyle sistemik diyebileceğimiz düzeyde, yapısal çözümlerin, daha nitelikli sığınma politikalarının ve uygulamalarının gelişmesi için çalışmak.

Bu çerçevede özellikle hangi gruplardan sığınmacılara öncelik veriyorsunuz?

Öykü Tümer: Hukuki destek hizmetlerimizde, özellikle refakatsiz çocuklar, cinsel şiddet mağduru kişiler, işkence mağdurları, yalnız kadınlar, LGBTİ, engelli kişiler ve idari gözetim altında yani özgürlüğü kısıtlanmış kişilerle ilgili sorunlara öncelik vermeye çalışıyoruz. Ama diğer yandan, aslında bütün sığınmacıların hassas ve korunmaya muhtaç durumda olduğunu tespit etmek lazım; bu topluluk içinden en hassas ve korunmasız olanları tespit etmek, dolayısıyla sınırlı imkânlarımız içinde verilecek hizmete dair kararları vermek kolay bir iş değil.

Dünyada ve gündemde de çok önemli bir problem bu. Bu anlamda devlet politikasını nasıl görüyorsunuz? Yasalar bu konuda nasıl işliyor Türkiye’de?

Oktay Durukan: Şunu söylemek lazım: Yakın zamana kadar Türkiye devlet olarak bu alanda ciddi sorumluluk almaktan kaçındı. Düşünün ki; Avrupa, Afrika, Ortadoğu’da hem mülteci hem göçmen üreten ülkelerle Avrupa arasında köprü konumunda bir ülke. Yakın zamana kadar Türkiye’de göç ve sığınma alanını düzenleyen bir yasa yoktu. Yakın zamana kadar bu alanı yönetmek üzere yetki verilmiş, uzmanlaşmış ayrı bir devlet kurumu yoktu. Türkiye gibi bir göç ve geçiş ülkesi bu meselelerle, 1950’lerden kalma, son derece yetersiz, bölük pörçük, eski bir mevzuatla ve Emniyet Genel Müdürlüğü içinde küçük bir birim eliyle baş etmeye çalışıyordu. Bu tabii hem kişiler açısında ihlaller ve hak kayıplarına yol açıyor hem de göç olgusunun toplumsal, ekonomik, güvenlik ve sair çeşitli boyutları yönetilemiyordu.

Bizim de zaten çalışmalarımızın ilk yıllarında 2007-2008’lerden itibaren yaptığımız en önemli tespit buydu. Bu alanın bir yasası olmalıdır. Bu alanı layıkıyla yönetecek sivil ve uzman ayrı bir genel müdürlüğe hatta belki bir bakanlığa ihtiyaç vardır diyorduk. Eğer Türkiye bir hukuk devleti ise, bu konular mevzuatla, yasayla, şeffaflık içinde kişilerin haklarının korunabileceği şekilde yönetilmesi gereken bir alandır diyorduk. İşte Türkiye 2008-2009’dan itibaren, aslında AB katılım müzakerelerinin de etkisiyle, bu muazzam boşluklara ve eksikliklere çare olma potansiyeli taşıyan, kapsamlı bir reform sürecine girişti. 2010’dan itibaren bir yasa hazırlığı başladı. Biz bu yasayla ilgili hazırlık ve danışma süreçlerime bağımsız bir sivil toplum örgütü olarak en başından itibaren oldukça yakın bir şekilde müdahil olduk.

En nihayetinde Türkiye’nin göç ve sığınma alanını düzenleyen ilk yasası “Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu” 2013 yılında kabul edildi. Bu kanun aslında Türkiye açısından çok geç kalmış; ama son derece önemli bir ilk adımdır. Büyük ölçüde Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi standartları ışığında baştan sona yenilenmiş oldu. Bu anlamda bizim yıllardır şikâyet ettiğimiz, çoğu zaman mahkeme başvurularımızda konu yaptığımız o mevzuat boşluğunun giderilmesine yönelik çok önemli bir adım atılmış oldu. İkinci olarak, yasayla Türkiye’de ilk kez bu alanda yetki ve sorumluluk taşıyacak, yeni uzman bir sivil bir devlet kurumu ihdas edildi: Göç İdaresi Genel Müdürlüğü. Yine çok doğru bir ilk adımdır. Tabii esas mesele bu adımların arkasını getirmek, yani bu yeni yasanın uygulanması.

Ben sorunuza yine biraz tarihsel perspektifte yanıt vermek istedim. Çünkü son beş senede bu alanda atılan adımları son derece önemsiyoruz. Savunuculuk çalışmalarımızın temel noktasında bu yeni yasa çerçevesindeki reform süreci var. Bugünkü resme baktığınızda yasayla alakalı süreç çok önemli ama tam da bu alanda adımlar atılmaya başlanan dönemde Suriye krizi ortaya çıktı. Bu yeni kurulan Genel Müdürlük, daha kendi teşkilatlanmasını tamamlayamadan, yeni yasanın uygulanmasına dair uygulama mevzuatlarını, yordamları oluşturamadan 2 milyonu aşan büyük bir sığınmacı nüfusuyla baş etmek durumda kaldı. Bu hiç kolay bir iş değil. Bugünkü duruma baktığımızda, yeni yasaya ve yeni kurumsal çerçeveye geçiş ve intibak sürecinin ağır ilerlediğini görüyoruz. Yeni Genel Müdürlük henüz uygulamayı tam anlamıyla devralabilmiş değil. Bir de tabii çok yakın zamana kadar göç ve sığınma meselesini bir politika meselesi olarak düşünmeyen bir ülkenin karar vericileri bir anda en akıllıca, en optimal çözümleri üretmekte zorlanıyor. İşte bizim misyonumuz biraz bu süreçte bağımsız ve uzman bir sivil toplum aktörü olarak politika ve uygulamaların seyrini izlemek, denetlemek ve yapıcı bir şekilde eleştirmek. Böylece siyasi karar vericileri, kamu kurumlarını olumlu yönde teşvik edici olmaya çalışmak.

Bahsedilen sayılar çok büyük. Böyle bir sığınmacı nüfusunu ağırlamanın beraberinde getirdiği pek çok önemli sorun da var. Bu noktada neler yapılmalı?

Oktay Durukan: Tam da bu sebepten artık Türkiye’nin göç ve sığınma meselesini uzun soluklu bir politika alanı olarak düşünmeye başlaması lazım. Suriye’den gelen bu nüfus, aslında bu kısmen Türkiye’ye sığınan Afganlar, Iraklar için de söylenebilir, yakın zamanda ülkelerine dönebileceklermiş gibi gözükmüyor. Diğer taraftan Avrupa Birliği’nin duvarlarının her geçen gün daha fazla yükseldiğini görüyoruz. Maalesef dünyada mültecilerin korunmasıyla ilgili sorumluluğu ülkeler eşit bir şekilde paylaşmıyorlar. Böyle bir tabloda bu insanlar öyle ya da böyle Türkiye toplumu içinde tutunmak, kendilerine yer bulmak durumunda. Dolayısıyla biz Türkiye’nin göçmenler ve sığınmacılar için kapsamlı bir entegrasyon politikası olması gerektiğini düşünüyoruz. O bağlamda örneğin iş piyasasına erişim meselesi önemli.

Savaştan, zulümden kaçmış insanlara kapılarınızı açmak, onların ülkenizde barınmasına, güvende olmasına imkân sağlamak Türkiye açısından ihtiyari bir karar değildir, bir yükümlülüktür. Hâl böyleyken madem kapılarımızı açtık, ki doğru da yaptık, bu insanların burada kendilerine insani koşullarda yeniden hayat kurabilmesi için gereken tedbirleri de almamız lazım. Sığınmacıların kayıtlı, güvenceli bir şekilde, sömürü koşullarına mahkum olmadan kendilerinin ve ailelerinin geçimini sağlayacak işlerde çalışması, hayatını kazanabilmesi mümkün olmalı. Keza çocukların eğitim fırsatlarına erişimini sağlamalıyız, bütün sığınmacıların temel sağlık ihtiyaçlarının karşılanmasını güvence altına alacak politikalar oluşturmalıyız. Sığınmacıları dışlayacak, marjinalleştirecek, şiddete ve ayrımcılığa açık hale getirecek yaklaşımlara ve eğilimlere karşı bariyer olmalıyız.

İşbirliği halinde olduğunuz başka sivil toplum kuruluşları var mı?

Oktay Durukan: Biz en başından itibaren Türkiye’de STK aktörlerinin bu alandaki mevcudiyeti ve sahiplenmesinin artmasını çok önemsiyoruz. Son yıllarda hem sığınmacılara yönelik psikososyal veya insani yardım hizmetleri sağlayan STK’ların sayısı ve faaliyetleri çok arttı hem de Türkiye insan hakları hareketi içinde göçmen ve mültecilerin insan haklarına dair ciddi bir sahiplenme oluşmaya başladı. Bundan çok memnunuz. Gerek İstanbul’da gerekse başka illerde çalışma yürüten STK’larla vakalar özelinde sık sık temas içinde oluyoruz. Ayrıca Mülteci Hakları Koordinasyonu çatısı altında bir grup STK ile ortak lobi faaliyetleri yürütüyoruz. Bunun yanında, barolarla yakın işbirliği içinde çalışıyoruz; özellikle Adli yardım hizmetlerinden sığınmacıların da yararlandırılması için barolara destek vermeye çalışıyoruz.

Tabii Türkiye’deki sivil toplum aktörlerinin yanısıra, bölgesel ve uluslararası düzeyde de benzer faaliyet yürüten yabancı STK’larla yakın iletişim ve işbirliklerimiz var.  Bu bazen vakalar özelinde işbirliği, bazen deneyim ve uzmanlık paylaşımına yönelik toplantılar, çalıştaylar düzenlemek, bazen uluslararası kuruluşlar, hükümetler nezdinde ortak lobi çalışmaları yürütmek şeklinde olabilir. Sığınma meselesi sınırları aşan bir olgu. Türkiye bağlamındaki sorun ve zorlukları sadece ulusal düzeyde değil, önemli bölgesel ve uluslararası aktörler ve kamuoyu nezdinde de anlatmaya gayret ediyoruz. Üyesi bulunduğumuz, yakın işbirliği içinde bulunduğumuz bu tipten ağ yapılanmaları arasında ECRE, Migreurop, EMHRN, International Detention Coalition ve European Network on Statelessness sayılabilir.

Sığınmacılar artık her yerde karşımıza çıkabiliyor. Sığınmacıları yardım ve destek için yönlendirebileceğimiz bir hattınız var mı? Bu alana destek vermek isteyen kişiler neler yapabilirler? Belki okurlarımız için faydalı olabilir.

Oktay Durukan: Genel olarak mahallelerinde, çevrelerinde gördükleri Suriyeli ya da başka uyruklardan sığınmaya ihtiyacı olan, belki temel insani ihtiyaçları olan kişilerle ilgili lütfen hemen bizimle temasa geçsinler. Bazı durumlarda biz doğrudan müdahale edebiliriz. Hukuksal süreçler dışındaki sorunlarla ilgili belki başka kuruluşlara yönlendirme yapabiliriz. Her halükarda kişilerin haklara ve hizmetlere erişebilmek için öncelikle ilgili makamlara müracat edip kayıt olmaları gerekiyor. Biz tercümanlarımız aracılığıyla gereken açıklamaları yapmaya çalışıyoruz. Telefon numaramızdan veya email yoluyla bize kolayca ulaşabilirler. Keza şu anda bir dizi yeni bilgilendirme broşürleri üzerinde çalışıyoruz. Bu malzeme yakında internet sitemizde çeşitli mülteci dillerinde erişilebilir olacak.

Zaten uzun vadede Mülteci Hakları Merkezi’nin vizyonu böyle bir vizyon. Türkiye’de gerek kamuoyuna gerek bu alanda çalışan resmi kurumlara ya da STK’lara rehberlik eden, destek olan bir uzmanlık işlevi görmek; ama bunu da bağımsız hak temel perspektiften yerine getirmek.

Sizin vesilenizle bize destek vermek isteyebilecek Boğaziçililere, hem öğrencilere hem mezunlara ulaşmak bizim için çok değerli. Çalışmalarımıza destek vermek birkaç şekilde olabilir. Birincisi, belki daha çok öğrencileri ve yeni mezunları ilgilendirebilir: Bizim oldukça kurumsal bir gönüllülük programımız var. Gönüllüleri ciddi bir başlangıç eğitiminin ardından üçer aylık süreler için çalışmalarımıza dâhil ediyoruz. Doğrudan mültecilerle temas noktasında, temel hukuki bilgilendirme ve yönlendirme işlerinde sorumluluk alıyorlar. Gerek gönüllü programımızda gerekse profesyonel ekibimizin içinde hukuk formasyonu olanlar ve olmayanlar var. Belirli bir iş bölümü içinde avukat arkadaşlarımızın yaptığı daha teknik nitelikli işler var; ama ekip arkadaşlarımızın temel uzmanlık formasyonunu mülteci hukuku ve sığınma sistemi konuları üzerine verdiğimiz kavramsal ve pratik eğitimler sağlıyor. O bakımdan bizim çalışmalarımıza katkıda bulunmak için mutlaka hukuk öğrencisi ya da avukat olmak gerekmiyor. Hem bu alanı tanımak için hem de kurumsal nitelikli bir sivil toplum örgütünde çalışma deneyimi kazanmak için güzel bir fırsat olabilir.

İkincisi, tabii bu kadar büyük sayılarla bu kadar zorlu politika meseleleriyle uğraşırken kaynağa ihtiyacımız var. Profesyonel bir ekiple, yüksek nitelikli bir iş çıkarmak için çalışıyoruz. Boğaziçililer kaynak ve imkânlarımızı artırma noktasında bizimle ve dolayısıyla destek verdiğimiz hassas durumdaki sığınmacılarla dayanışma içinde olabilirler. Biz kısıtlı, mütevazı imkânlarla ve küçük sayılabilecek bir ekiple oldukça büyük bir iş yükü ve sorumluluk üstleniyoruz bu zor dönemde. Gerek bağış yapmayı, gerekse toplumsal sorumluluk ve proje şeklinde kurumsal mali katkıları çalışmalarımıza yönlendirmeyi düşünebilecek Boğaziçililer bizimle iletişime geçerse çok memnun oluruz.

Son olarak Boğaziçi’nde aldığınız eğitim ile şu anda yaptığınız iş arasında nasıl bir bağlantı görüyorsunuz?

Nur Özkut: Boğaziçi’ndeki sosyal bilimler, siyaset bilimi eğitimi gerek akademik gerek sosyal ortam itibarıyla dünyayla, toplumla ilgili zorlu meseleler üzerine, devlet, kimlik, vatandaş, vatansızlık gibi kavramlar üzerine kafa yormamızı sağlıyor. Bu meseleler üzerine okuyor, yazıyor, perspektif ediniyorsunuz bir şekilde. Bunun bir adım ötesi olarak, dünyada ülkede olan bitene dair ben nasıl katkı sağlayabilirim diye düşünmeye başlıyorsunuz. En azından benim  deneyimim böyle oldu. Aslında burada çalışmaya başlamam Suriyelilerin büyük sayılarda Türkiye’ye gelmeye başlaması ve benim bu meseleler üzerinde daha çok düşünmeye başlamam ile oldu. Daha öncesinden Oktay üzerinden o zamanki ismiyle “hYd - Mülteci Destek Programı” ile tanışıklığım vardı; Oktay’ı BÜSOS adına okula davet edip mülteci konuları üzerine bir seminer düzenlemiştik. Sonra ekibimizdeki pek çok diğer arkadaş gibi gönüllü programında çalışarak bu alana dair temel kavram ve uygulamaları öğrenmeye başladım. Meselelerin ciddiyetini, burada yapılan profesyonel işleri daha yakından görme imkânı buldum. Ondan sonra devam etmeye karar vermem biraz bu meselelerin içinde kendimi bulmam ve ne yapabilirimi sorgulamaya başlamamla oldu. Yaklaşık bir yıllık bir gönüllülük döneminden sonra 2013 senesinde ekibe katıldım.

Öykü Tümer: Benim de aslında çok benzer bir deneyimim oldu. Suriyelilerin sayısının bu kadar artmasından çok kısa bir süre önce, 2011 yılında ekibe katıldım. Ben de önce gönüllülük programında çalıştım, sonra ekibe geldim. Ben yüksek lisansımı da Boğaziçi Sosyoloji Bölümü’nde yaptım. Üniversitede derslerde, sosyal ortamda hep dünya meselelerine duyarlılık kazanıyoruz. Bunun dışında bir anlama anlamlandırma, sizden olmayanı, öteki olanı bir konjektür içinde değerlendirme uğraşına giriyorsunuz. Buraya geldiğimizde, gündelik hayat içerisinde o okuduğumuz üzerine düşündüğünüz konuların hayatın içinde, pratikte nasıl olduğunu görebilmek; çözümler üretmeye çalışmak benim için çok heyecan verici olmuştu. Ondan sonra da fırsat oluşunca burada çalışmaya başladım.

Oktay Durukan: Evet, sanırım hepimizin aşağı yukarı benzer deneyimleri oldu. Ben tabii daha tecrübeliyim. Öykü ve Nur’a göre daha eski yıllarda ama çok benzer süreçlerden geçtim. Herhalde Boğaziçi’nde geçirdiğimiz yıllar üçümüze de, devlet, kimlikler, sınırlar, çatışma gibi meseleler üzerine ufuk oluşturma ve tefekkür etme imkânı vermişti. Sonra şimdi herhalde bizi bu alanda çalışmaya sevk eden, o zaman öğrenmeye anlamaya çalıştığımız, üzerine tefekkür ettiğimiz dünyayı bir ucundan tutup değiştirmeye ve dönüştürmeye çalışma gayreti. Bu anlamda bir politik angajman. Aslında bizim burada her gün gördüğümüz, dinlediğimiz mültecilik hikâyeleri ve deneyimleri, Boğaziçi’ndeyken biraz mesafeden, ufuk olarak kavram olarak uğraştığımız meselelerin bu sefer daha yakından, daha kişisel tezahürleri. Şimdi yaptığımız işin farkı sadece anlamaya anlamlandırmaya çalışmakla yetinmiyoruz, evinden yurdundan sürülmüş bu insanlara hayata tutunma, hayatlarını yeniden kurma mücadelesinde bir güç olmaya, dayanak olmaya çalışıyoruz. Sadece bugün burada olan kapımızı çalan sığınmacıların bireysel sorunlarıyla hâl yön olmuyoruz, bu alandaki politikanın, mevzuatın, uygulamanın olumlu yönde değişmesi için baskı yapmaya, politika yapmaya, etki etmeye çalışıyoruz.

Mülteci Hakları Merkezi / Refugee Rights Turkey

www.mhd.org.tr

info@mhd.org.tr

Tel: 0212 292 48 30