Sanat dünyasına Covid-19 molası

Covid-19 salgını kültür-sanat dünyasını derinden etkiliyor. Bu alanda çalışan, üreten Boğaziçi Üniversitesi mezunlarından salgından nasıl etkilendiklerini ; çalışmalarını bu dönem nasıl sürdürdüklerini dinledik.Yönetmen Umut Aral, oyuncu Duygu Dalyanoğlu, yazar Hikmet Hükümenoğlu, galeri direktörü Bengü Gün ve konser ve etkinlikler yöneticisi Ülker Uncu ile konuştuk...

Koronavirüs salgını pek çok sektörde ekonomik açıdan önemli kayıplar bırakacağa benziyor. Kültür-sanat da bu alanların başında geliyor.  Üstelik bu hasar sadece ekonomik boyutla sınırlı da değil. Sinemalar, tiyatro, konser ve sergi salonları gibi kültür sanat takipçilerinin normal şartlarda bir araya geldikleri mekânlar belirsiz bir süreliğine kapalı.  Bu da sanat eseri ile etkileşimi evlerdeki bilgisayar, tablet ve TV ekranlarına hapsetmiş durumda. Görsel sanatlar, sinema, tiyatro, müzik gibi alanlarda işler tamamen dijitale kaymışken uzun vadede neler olabileceği merak konusu…

Kültür-sanat sektöründeki Boğaziçi Üniversitesi mezunlarından koronavirüs salgının kendi alanlarına özgü etkilerini dinledik; korona sonrası dönemde kültür ve sanat üretimi ve tüketiminin nasıl şekilleneceğine dair öngörülerini aldık. Netflix Türkiye’nin ilk orijinal yapımı ‘’Hakan: Muhafız’’ın yönetmeni Umut Aral sinema ve dizi, BGST Tiyatro’dan ödüllü oyuncu Duygu Dalyanoğlu tiyatro, yazar Hikmet Hükümenoğlu edebiyat, Mixer Galeri Direktörü Bengü Gün görsel sanatlar ve BGST Organizasyon Yöneticisi Ülker Uncu müzik sektörünün salgından nasıl etkilendiğini kendi deneyimlerinden de bahsederek anlatıyor…

 

Umut Aral –Yönetmen (BÜ’ 00 İşletme Bölümü): ‘’Dijital platformlar yeni içerik üretemezse seyircisini kaybeder’’

Koronavirüs salgını öncesinde Netflix için ‘’Hakan: Muhafız - The Protector’’dan sonra yönetmenliğini yapacağım bir yeni proje için çalışmalarımızı sürdürüyorduk.  Yönetmenliğini Çağan Irmak ile birlikte üstlendiğimiz, senaryosu Ece  Yörenç’e ait ‘’Şimdiki Aklım Olsaydı / If Only’’ adlı yeni bir Netflix orijinal yapımı. Salgın başlamadan önce hazırlık aşamasını tamamlamak üzereydik. Salgın ortaya çıkmasıyla yapımevlerinin, sendikalar ve meslek örgütlerinin de telkinleriyle Türkiye'de tüm setler durmaya başladı. Netflix ile yaptığımız görüşmeler sonucunda onların da faaliyette olduğu tüm ülkelerde devam  eden setlerin ertelendiğini öğrendik. Biz de bu dönemde sette  bulunmayı doğru bulmadığımız için şu an projeyi beklemeye aldık. Türkiye'de şu anda devam eden birkaç seti saymazsak dizi-film-reklam sektörü yüzde 95 durmuş durumda.

Salgın hastalık riskiyle en fazla baş başa kalan sektörlerden biri  olan sinema-dizi sektöründe çalışan biri olarak bu tutumu doğru  buluyorum. Bir sette oyuncular dışında teknik ekip çalışanlar, makyaj, kostüm, sanat ekipleri   ile birlikte en az 100 kişiyle çalışıyorum. Genellikle dar ve  küçük mekânlarda çalışmak durumundayız ve bu tür mekânlarda sosyal  mesafeyi korumak doğal olarak oldukça güç. Bununla beraber dijital platformların izlenme oranları çok  hızlı yükseliyor. Özellikle Z kuşağı dijital platformlara büyük ilgi  gösteriyor. Uzun vadede bakıldığında Netflix gibi platformların elinde  en az bir sene yetecek içerik mevcut; ancak daha sınırlı içerik üreten  kanallar için gelecek çok parlak görünmüyor. Bu dönemde entertainment sektöründe olup bitenleri süpermarketlerdeki  işleyişe benzetiyorum biraz da.

Salgın nedeniyle temel ihtiyaçlar başta olmak üzere pek çok ürün için nasıl büyük bir talep varsa şu an  dijital platformlara da en az onun kadar talep var. Süpermarket raflarının boş kalmaması için tedarik zincirinin devam etmesi şart. Dijital platformlarında yeni içeriğe ihtiyacı var, içerik için de üretimin devam etmesi lazım. Kaliteli ve yeni içerik platformların yoksa yeni abone kazanması mümkün gözükmüyor.

Yeni içerikler, istediğin zaman istediğin yerde izleyebilme gibi özellikler orta ve uzun vadede kazananın dijital platformlar olacağını gösteriyor. Dijital platformların içerikleri uzunca bir süre prestijli festivallere ve büyük  sinema salonlarına kabul edilmiyordu ancak bugün geldiğimiz noktada gerek festivaller gerekse  sinema salonları daha fazla kan kaybetmemek için çeşitli  işbirliklerini yeni yeni hayata geçirmeye başlandı. MUBI - İstanbul Film Festivali iş birlikteliği, BluTV - Başka Sinema iş birliktelikleri bunun ülkemizdeki örnekleri…

Dijital platformalar sayesinde günümüzde orta veya küçük bütçeli işler daha  fazla kabul görüyor. HBO, Netflix, Amazon gibi platformlarda bunun çok sayıda  örneğini görüyoruz. Yönetmeni ya da oyuncularının tanınır olmadığı pek çok yapım izleyiciden ilgi görebiliyor. Mesela La Casa  de Papel dizisi kendi ülkesi İspanya’da karşılık bulamayan bir  iş, Netflix'te vizyon gördükten sonra bütün dünyada bir hit’e dönüşüyor. Dijital platformların bu anlamda biz yaratıcılara çok büyük fırsatlar verdiğini düşünüyorum. Bu koşullar altında ben de çalışmalarıma dijital platfformlarda devam  
etmeyi planlıyorum.

Duygu Dalyanoğlu –BGST Tiyatro- Oyuncu (BÜ’ 09 Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü) : ‘’Her tiyatronun ‘perde kapatmaktan’ aldığı yara farklı boyutta’’

Mart ayında salgının Türkiye’de başlamasının ardından bütün tiyatro salonları kapandı, oyunlar, hatta prömiyerler iptal edildi ya da belirsiz bir tarihe ertelendi. Aynı zamanda tiyatro atölyeleri, eğitimleri de durdu. Okulların da uzaktan eğitime geçmesi ile çocuk ve gençlik tiyatrosu faaliyetleri de tamamen durdu. Salgın öncesi sadece İstanbul’da 2019-2020 sezonunda 600 civarı oyunun sahnelendiği söyleniyordu. Dolayısıyla, hele de sezonun en hareketli dönemi olan Mart-Nisan aylarında, tüm bu faaliyetlerin durması tiyatroları derinden etkiledi.

Tüm tiyatrolar faaliyetlerinin durdurma ve seyircisinden uzak kalma konusunda ortak olsa da tiyatro yapma koşulları konusunda ortak değil. Salgının yarattığı koşullar tiyatro camiasında bu tartışmayı başlattı. Devlet ya da yerel yönetimlere bağlı ödenekli tiyatrolar, bir özel kurumun sponsorluğunda ya da mekân altyapısı desteği ile faaliyet gösteren tiyatrolar, kendi mekânını işleten tiyatrolar, mekân sahibi olmayan bağımsız tiyatrolar gibi… Dolayısıyla her tiyatronun popüler deyim ile ‘perde kapatmaktan’ aldığı yara da farklı boyutlarda oldu. Pek çok tiyatro bünyesinde çalışan kadrolu veya sözleşmeli sanatçıların, teknik ve idari personelin maaşlarını, mekân kirasını, yeni hazırladığı ama ortada kalan oyununun masraflarını nasıl ödeyeceğini kara kara düşünür halde…

Bu konuda Kültür Bakanlığı’nın açıkladığı bir destek paketi söz konusu. Oyucular Sendikası ve Tiyatro Kooperatifi’nin salgının erken döneminde yaptığı görüşmeler başta umut verici gözükse de Kültür Bakanlığı salgından etkilenen Almanya, İngiltere, Danimarka gibi ülkelerdeki işleyişin aksine tiyatroları ve tiyatro sanatçılarını bu salgın koşullarında destekleyen bir hibe programı vaat etmiyor. Şimdilik yapılan açıklama her yıl bazı özel tiyatrolara verilen desteğin artacağı ve öne çekileceği; tiyatroların vergi ödemelerinin de erteleneceği yönünde…Bunun üzerine Tiyatromuz Yaşasın başlıklı, salgın koşullarında hayatta kalabilmek için tiyatroların neye ihtiyaç duyduklarını, ne talep ettiklerini anlatan bir metin hazırlanıyor.

Tiyatrolar ve tiyatro sanatçıları üretim yapmaya, seyirci ile buluşmaya, sanatını icra etmeye devam etmeli mi ya da bu mümkün mü’yü de tartışıyor. Dünyada ve kısmen de olsa Türkiye’de pek çok tiyatro, arşivini açıp oyunlarını, gösterilerini seyirci ile paylaştı, paylaşmaya devam ediyor. Bunların bazıları ekrana adapte edilmek üzere alınmış kayıtlar iken bazıları arşiv amaçlı kayıtlar. Fakat bu paylaşımlar seyirci ile uzaktan da olsa temas kurmak için önemli. Tabii ki salgın öncesi de tiyatro oyunlarını ekrana adapte edebilmek için çalışmalar yürüten dünyadan National Theatre Home, Türkiye’den Tiyatrolar TV gibi oluşumlar seyirciyi tiyatro izleme deneyimine biraz daha yaklaştırıyor. Bunun yanı sıra Türkiye’de henüz örneğini görmesek de yurtdışında arşivini açan tiyatroların, bunu bir bağış kampanyasına dönüştürdüğünü, seyirciyi de dayanışmaya davet ederek, elde ettiği geliri salgından etkilenen tiyatro sanatçılarına paylaştırmak üzere çalıştığını görüyoruz. Bunun toplumun her kesimini dayanışmaya davet eden, olumlu bir model olduğunu düşünüyorum.

Bunun yanı sıra oyuncu, yönetmen, oyun yazarı, tasarımcı gibi kimliklerimizi sürdürerek uzaktan, ekrandan da üretim yapmaya devam etmenin mümkün olduğunu düşünüyorum. Yaptığımız faaliyetin salgın öncesi tiyatro yapma biçimimizden farklı olduğu aşikâr. Yine de bir ansambl sanatı olduğuna inandığım tiyatronun yaratıcı ekibin işbirliğinden doğan üretimi, seyirci ile paylaşmaya devam ettirmesi gerektiğini; evlerde kaldığımız şu dönemde de bunun yollarının aranması gerektiğini düşünüyorum. Dünyada ve Türkiye’de bunun örnekleri ortaya çıkmaya başladı. Öte yandan sanatçı olsun olmasın herkesin online mecrada içerik ürettiği bu süreçte, tıpkı bir tiyatro oyunu çıkarır gibi özenli provalar yaparak, içinden geçtiğimiz bu süreci sanatımızla anlatmak mümkün. Bugünlerde hem kişisel olarak hem de BGST Tiyatro oyunlarında birlikte çalıştığım sanatçı arkadaşlarım ile beraber bunun üzerine düşünüyoruz, üretmenin yeni yollarını arıyoruz. Fiziksel mekânı paylaşamasak da yeni üretimler üzerine çalışıyoruz.

Hikmet Hükümenoğlu - Yazar (BÜ'94 Fizik Bölümü): "Belirsizlik ve endişe yaratıcılığı olumsuz etkiliyor"

Bu yaz yayınevine teslim etmem gereken bir roman var, onu bitirmeye çalışırken hep "Keşke bir yolunu bulsam da birkaç hafta eve kapansam," diyordum ama böyle bir durum uzaktan yakından aklımdan geçmiyordu. Karantinada çalışma ortamım değişmedi, zaten çoğu zaman evimde yazıyordum. Ancak bu belirsizlik ve endişe insanın yaratıcılığını olumsuz etkiliyor doğal olarak. 

İçinde bulunduğumuz günlerde okurla buluşamamak bana endişe veriyor. Kitap fuarları, bizim dünyamızın can damarlarından birisidir. Şimdilik sonbahara ertelendiler ama günler ne gösterecek bilmiyorum. Bundan böyle okurla uzaktan erişim yollarıyla buluşmaya gayret edeceğiz sanırım. Zoom üzerinden imza günü pek olmaz ama söyleşi yapılabilir, neden olmasın?

İnsanlar boş zamanlarını evde geçirmek zorunda kalınca kitaba eskisinden daha fazla ilgi gösteriyorlar. Öte yandan "Kafam o kadar dolu ki konsantre olamıyorum," lafını da sık sık duyuyorum. Bir de bu dönem başta tahmin ettiğimiz kadar uzun sürmedi, öyle ya da böyle sonlandırılıyor. Alışkanlıkları değiştirecek kadar zaman geçmedi bana kalırsa.

Kitap piyasasıda kapitalist düzenin içinde yer alıyor, fırsattan istifade bu günleri anlatan yüzlerce kitap çıkacaktır diye tahmin ediyorum. Çoğu hızlıca tüketilir ve birkaç ay sonra unutulur gider. Uzun vadede ne göreceğimizi konuşmak içinse bence çok erken. Birkaç ay sonrasını bile hayal edemiyorum. 

Bengü Gün –Mixer Galeri Direktörü (BÜ’05 İşletme Bölümü) : ‘’Küçük galerileri ve sanatçıları ekonomik açıdan zor bir dönem bekliyor’’

Türkiye'de galeriler ve sanat kurumları 16 Mart'tan beri ziyarete kapalı ve hepimiz evden çalışma düzenine geçtik. Bu dönem öncesinde, dijitalleşme ile birçok müze ve galeri hâlihazırda koleksiyonlarını çevrimiçi sistemlere adapte etmişti. Biz de Mixer olarak 2012'den beri fiziksel mekânımızla birlikte çevrimiçi platformumuzu da açmıştık ve sitemiz üzerinden hem sergilerimiz ile ilgili içerikler paylaşıyoruz hem de satış yapıyoruz. Bu dönemde de çevrimiçi olarak özellikle edisyonlu işlere ilgi olduğunu görüyoruz.

Bu ihtiyaçla ilk kez yüzleşen galeriler ve kurumlar ise kısa bir bocalama süreci geçirdi. İlk günlerde, devam eden ve henüz izleyici ile buluşma fırsatı bulamamış sergiler için çevrimiçi içerikler oluşturuldu ve mevcutta çevrimiçi olan içerikler izleyiciye açıldı. Sanat fuarları da ileri tarihlere ertelendi fakat aynı şekilde 'online viewing rooms' yaratarak çevrimiçi olarak izleyici ile buluşuyorlar. Hem Türkiye'den hem de dünyadan gelen çok sayıda çevrimiçi etkinlik arasında izleyicinin dikkati fazlasıyla dağılırken bir süre sonra dijital bir tükenmişlik de oluşmuş olabilir. Sezonun geri kalanı için planlanan sergiler ise maalesef gerçekleşmeyecek, ertelenecek. Çünkü dijital kanallar mekâna özel yaratılmış işleri göstermekte yetersiz kalıyor. Ayrıca eserlerin algılanmasında bulunduğu mekânın ve izleyici ile etkileşiminin önemi büyük. Özellikle Türkiye'de galeriler sadece eser satışı yapan yerler değil, eserlerin deneyimlenmesi, sanatçılar ile izleyicinin buluşması, sanat üzerine eğitimlerin yapılması ve sanatçıların üretimlerinin ekonomik olarak desteklenmesi konusunda büyük misyonlar üstleniyorlar. Sadece dijital olarak bu misyonları üstlenmesi de zor görünüyor. Fakat bu dönem sona erdiğinde sanat kurumları çevrimiçi içerikler üretmeye ve sergilerini çevrimiçi platformlarda izleyici ile buluşturmaya devam edecek. Kurumların ve izleyicilerin alışkanlıkları da değişmiş olacaktır diye düşünüyorum. 

Yukarıda bahsettiklerimiz işin biraz daha pratik ve taktiksel boyutu. Çok daha önemli olan ise birçok ülkede gündemde olan ve bizim hala sistemli bir şekilde tartışmaya açmadığımız ekonomik boyutu. Bu dönemdeki belirsizlik izleyicilerin ve büyük sanat kurumlarının sanat alım şekillerini de değiştiriyor. Tamamen satışa dayalı bir ekonomik döngü ile zaten zorlukla ayakta kalan küçük galerilerin, sabit giderleri ile ne kadar daha destek almadan devam edebileceği konusu bir soru işareti. Aynı şekilde sanatçıları da zor bir dönem bekliyor. Bu günleri atlatmak üzere kurumlar arasında bir dayanışma var, destek yaratmak amaçlı bireysel girişimler de var. Sizler de destek olmak isterseniz takip ettiğiniz sanatçılardan ve galerilerden eser alabilir, sık gittiğiniz müzelere üye olabilirsiniz. Sanıyorum bu dönemde sanatın iyileştirici gücünün ve varlığının öneminin daha çok farkına varıyoruz. 

Ülker Uncu - BGST Organizasyon Yöneticisi (BÜ’95, Ekonomi Bölümü): ‘’Müzik sektöründe örgütsüzlüğün sonuçlarını yaşıyoruz’’

Covid-19’un ilk etkilediği sektörlerden biri müzik sektörü, özellikle de canlı müzik sektörü oldu. Türkiye’de konser salonları, barlar ve canlı müzik yapılabilen tüm alanlar, insanların bir araya geldiği alışveriş merkezleri, ibadet yerleri ve yeme içme mekânlarından önce kapatıldı.

Canlı müzik sektörü için en yüksek sezon olarak tanımlanabilecek bu dönemde tüm konserlerin aniden durması, müzisyenlerin yanı sıra, sektörün görünmeyen emeğini üreten teknik ekipler, rodiler, salon çalışanları, organizasyon firmaları, müzisyen ve enstrümanları taşıyan şoförleri işsiz bıraktı. Salgın nedeniyle bu önlemlerin alınması zorunluydu elbette, ancak sektör çalışanları aniden gelirsiz ve güvencesiz bir şekilde ortada kaldılar. Mekânlar ve müzik sektörü içindeki firmalar kira ve çalışanların maaş ve sigortaları gibi giderlerle yüz yüze kalırken, sektör çalışanları arasında yüksek bir yüzdeye sahip olan “free lance” çalışanlar da her türlü gelirlerinin bıçak gibi kesildiği bir döneme girdiler. Devletin, çalışanlarının sigorta ve maaşlarının bir kısmının ödeneceğine dair açıklamaları oldu ama sektörde çalışan şirketlerin birçoğu halen başvurularına bir yanıt alamadı. Müzik sektörü çalışanlarının büyük çoğunluğu kaderi ile baş başa kalacak gibi görünüyor.

Öte yandan dünya rakamlarına baktığımızda dijital müzik gelirleri yılın ilk 3 ayında geçen yılın ilk çeyreğine göre artış gösterdi. İlk veriler Spotify, Deezer gibi platformların dinlenme oranlarının düştüğünü ancak video yayınlayan kanal ve platformların izlenme oranlarının ciddi olarak yükseldiğini ortaya koydu. Dünyanın büyük dijital müzik firmaları yıllık gelir tahminlerini ilk 3 ayda revize etti ve 2020’de beklediklerinden daha fazla bir gelir elde edeceklerini düşünmeye başladı. Bu gelir artışı, müzisyenlerin gelirlerini de arttıracak mutlaka ama ağırlıkla müzik sektörünün büyük isimleri artan gelirlerden faydalanacak. Dijital platformlar, müzisyenleri destekleyecek bazı formüller oluşturmaya çalışıyor. Örneğin Spotify geçen hafta, “Artist Fundraising Pick” adını verdiği ve dinleyicilerin doğrudan sanatçılara para yollamasını sağlayan bir özellik yarattı. Bunun Türkiye’de de uygulamasının olup olmayacağını henüz bilmiyoruz. Yine de sektörde çalışan teknik ekipler, rodiler ve hizmet alanı çalışanları için bir çözüm ufukta görünmüyor.

Türkiye’deki bazı kurumsal salonlar ve kültür yapıları, ellerindeki bütçeden müzisyenleri destekliyor. Sosyal medya kanallarından konserler veren müzisyenlere belli ödemeler yapılıyor. Bunun önemli bir destek olarak altını çizmek gerekiyor ancak yine müzik sektörü içindeki çok küçük bir kesimin yararlanabildiği bir destek bu.

Bu salgın vesilesiyle müzik sektörünün hemen tüm çalışanlarının yüzleştiği iki önemli konu oldu. Birincisi hepimiz sektörün örgütsüzlüğünün sonuçlarını doğrudan yaşıyoruz. Bildiğim kadarıyla dünyada müzik yorumcuları ve yapımcılarının farklı farklı meslek birliklerinde örgütlendiği tek ülke Türkiye. Bu tür durumlarda topluca bir güç odağı oluşturulamıyor. Tıpkı tiyatro gibi müzik sektöründeki meslek birlikleri de Kültür Bakanı ile görüşerek sorunları ve destek beklentilerini iletti. Henüz somut bir sonuç ortaya çıkmadı.

Yüzleşilen diğer konu da birçok müzisyenin evde kayıt altyapısına sahip olmadığı gerçeği oldu. İlk günlerde eve kapanmanın şokunu atlatmak üzere sosyal medyadan minik konserler veren müzisyenler, kısa süre sonra ses ve görüntülerin kalitesi ile ilgili dinleyicilerden özür dilemeye başladı. Müzik sektörü için canlı konserlere dönmenin uzun süreceğini herkes öngörebiliyor. Bu da müzisyenleri ve teknik ekipleri hem evde kullanılabilecek kayıt altyapısı hem de program arayışlarına yönlendirdi.

Peki, müzik üretimi durdu mu? Tabii ki durmadı. Müzisyenler uzaktan da olsa kayıtlar yapıp bunları paylaşmaya başladılar. Hatta uluslararası müzik ve video üretimlerinin artmaya başladığını söyleyebiliriz. 5G teknolojisine geçilmeden aynı anda farklı yerlerden çalıp kaydetmek mümkün olmuyor. Ancak, uzaktan müzik yapmanın zaten keşfedilmiş birçok yolu vardı. Şimdi git gide artan sayıda müzisyen bu yöntemleri öğrenerek ve kayıt altyapılarını geliştirerek müzik üretimlerine devam ediyor. Bu keşiflerin ileride canlı müzik sahnelerindeki performansları da etkileyeceğini tahmin ediyorum. Birkaç ay sonra müzik üretim biçimlerinde ve müzik dinleme alışkanlıklarımızda değişiklikler olacak. Mutlaka yeni üretim biçimleri ortaya çıkarak yüzlerimizi güldürecek. Yine de sektörün önümüzdeki en az bir yıl boyunca bir küçülme yaşayacağını, sektör çalışanlarının bir kısmının bu sektörden bir gelir oluşturamayacağını söyleyebiliriz.