Asya’dan Avrupa’ya geçen ilk görme engelli kaptan sınır tanımıyor

Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü mezunlarından, “The Blind Captain” (Kör Kaptan) takma adıyla tanınan Ahmet Üstünel, kendisine “Holman Prize” ödülünü kazandıran kanosuyla İstanbul Boğazı’nın iki yakası arasında bir kıtadan diğerine kanoyla geçiş yapan ilk görme engelli oldu. Bu sıradışı başarıyla dikkatleri çeken Ahmet Üstünel, çocukluğundan, Boğaziçi’ne, Amerika’daki hayatından, öğretmenlik kariyerine tüm sorularımızı içtenlikle yanıtladı. Üstünel, ‘’Türkiye'de görme engelimi en az hissettiğim yer Boğaziçi kampüsüydü’’ diyor…

Çok küçük yaşta geçirdiğiniz bir rahatsızlık neticesinde görme yetinizi tamamen kaybetmişsiniz. Bu hayatınızın geri kalanını nasıl biçimlendirdi?

Çok küçük yaşta, 3 yaşımda görme yetimi kaybettiğim için körlüğe adaptasyon sorunu çekmedim. Körlüğü gayet normal bir durum olarak benimsedim ve hayatımı istediğim ve hayal ettiğim gibi yaşamaya çalıştım ve çalışıyorum. Körlük benim sahip olduğum pek çok özellikten sadece biri. Yapmak istediklerimi ve yapabileceklerimi sınırladığını düşünmüyorum. Asıl hayatı zorlaştıran engel gören insanlardaki körlük algısı, ayrımcılık, olumsuz fiziksel şartlar ve yanlış ya da eksik hukuki düzenlemeler. Örneğin; ders kitaplarınızı okulun ilk günü elinize alabilmek, durakta beklerken gelen otobüslerin numarasını bilebilmek, bankaya gittiğinizde yanınızda bir şahit getirmeden imza atabilmek körler dışında kimsenin problem olarak aklına getirmeyeceği şeyler ama ben ve pek çok arkadaşım günlük hayatlarımızda bunlar ve benzeri pek çok sorunla uğraşmak zorunda kalıyoruz.

Türkiye’de yaşadığınız sürece ne gibi zorluklarla karşılaştınız? Amerika Birleşik Devletleri’ne taşınmak bu açıdan hayatınızda neleri değiştirdi?

İstanbul'u ve Türkiye'yi çok seviyorum. 25 yaşıma kadar İstanbul'da yaşadım. Bence dünyada İstanbul'un yerini tutabilecek bir başka şehir yok. Körlerin Türkiye ve Amerika'da yaşadıkları zorluklar aslında çok benzer. İşsizlik, eğitimdeki erişilebilirlik sorunları, toplu taşımada ve çevre düzenlemelerindeki eksiklikler gibi... Bütün bunların temelinde de toplumun körlüğe ve körlere karşı olan önyargıları yer alıyor. Ben de tabi bütün bu önyargılardan bol bol nasibimi aldım. Ayrımcılığın en açık ve çarpıcı örneklerinden birini liseye kayıt yaptırmaya gittiğimde yaşadım. Görmediğim için derslere katılamayacağım ve başarısız olacağım bahanesiyle okul müdürü tarafından geri çevrildim. İş yerinde, okulda, günlük hayatta benzer ayrımcılıklara maruz kalan çok arkadaşım var. Ayrımcılık karşısında maalesef körlerin yanında olan yasalar yok. Kağıt üzerinde varsa bile hiçbir yaptırımları olmuyor. Amerika'da ise ayrımcılığa karşı kati yasalar var ve genelde daha hızlı bir şekilde uygulanıp sonuçlandırılıyor. Örneğin hak ettiğiniz halde okula alınmadığınızda, ya da sırf kör olduğunuz için işe alınmadığınızda, toplu taşıma araçları, binalar, internet sayfaları, bankamatikler erişilebilir olmadığında hakkınızı hukuksal yollarla arayabiliyorsunuz.

Denizle ilişkiniz nasıl başladı?

Çok küçük yaşlardan itibaren denizle iç içe büyüdüm. Yüzmek, balığa çıkmak, deniz hayvanlarını incelemek en sevdiğim aktivitelerdi. Çocukken bir teknemiz vardı, sık sık balığa çıkardık. O zamanlardan beri deniz huzur ve ilham kaynağım oldu. Sonrasında, lise ve üniversite yıllarımda da suyla olan ilgimi koparmadım. Boğaziçi’nin havuzunun en çok keyfini çıkaranlardan biri bendim herhalde. Onun dışında Bebek Sahili’nde kayık kiralayıp balığa çıkar Boğaz’da kürek çekerdik arkadaşlarla. 2006 yılında San Francisco'ya taşındıktan hemen sonra deniz kayağıyla tanıştım. Deniz kayağında kürek çekmek favori aktivitem oldu. Kayakta suya çok yakınsınız ve suyun her hareketini, dalgaları, akıntıları hissedebiliyorsunuz. Kayağıma binip denize açıldığımda sanki görünmez bir kapıdan geçip kendimi farklı bir dünyada buluyorum. Bütün sorunlar karada kalıyor ve ben uçsuz bucaksız okyanusun bir parçası oluyorum.

Asya’dan Avrupa’ya geçen ilk görme engelli kaptan oldunuz. Bu projeyi nasıl geliştirdiniz ve başardıktan sonra nasıl hissettiniz?

Tek başıma, yanımda birinin gelmesine ihtiyaç olmadan denize çıkabileceğim bir araç tasarlamak çok uzun zamandır düşündüğüm bir projeydi. San Francisco'da denemeleri yapılan sürücüsüz arabaları gördükten sonra benzer bir çalışmanın denizde de yapılabileceğini düşündüm. Mühendislerle, denizcilerle ve kör arkadaşlarla fikir alışverişinde bulunmaya başladım. Başlangıçta sadece bir hayaldi. Ne maddi kaynağım ne de yeterli desteğim vardı. 2017 yılında Lighthouse for the Blind'ın verdiği Holman Prize ödülünü kıtalararası solo kürek projemle kazandım. Ondan sonra bulmacanın bütün parçaları bir araya gelmeye başladı. Özel navigasyon cihazını geliştiren mühendis Martin Stone ile tanıştım. Cihazı tasarlamaya ve test etmeye başladık. Beraber hazırlandığım koçlarımla tanıştım ve fiziksel antrenmanlara başladım. Herkesin ismini tek tek sayamıyorum ama projede çok insanın emeği var. Hepsine tekrar teşekkür ediyorum. Projeyi başarıyla tamamlamak benim için büyük bir sevinç ve sonraki projeler için motivasyon kaynağı oldu. Bu ilk çalışmamdı ve sonuca çok odaklanmıştım. Bir seneyi aşkın bir süredir aktif olarak bu proje üzerinde çalışıyordum. Pek çok insanın da büyük beklentileri vardı. Büyük bir heyecanla bekleyenleri hayal kırıklığına uğratmadığım için ayrıca mutluyum.

Asya’dan Avrupa’ya geçiş haricinde ne gibi projeler geliştirdiniz ve o projelerin uluslararası görünürlüğü ne düzeyde oldu? Örneğin, kano projesiyle aldığınız Holman Prize dışında bir ödül kazandınız mı?

Deniz kayağının dışında yaptığım pek çok şey var aslında. Seramikle uğraşıyorum. Boğaziçi’nde seramik dersleri almıştım ve her yıl yapılan yıl sonu sergilerine düzenli olarak katılıyordum. 2011 senesinde San Diego'da “Lütfen Sanata Dokun” (Please Touch the Art) adlı bir sergi açtım. Gerek körlerden gerekse görenlerden çok güzel geri bildirimler aldım. İlk kişisel sergimi de yine San Diego’da 2012 yılında açtım. National Arts and Disability Center adlı bir organizasyonun verdiği “Sanatta Erişilebilirlik Ödülleri”ni 4 yıl üst üste aldım. Bu proje ile ilgili de bir belgesel çalışmamız var ve film festivallerine göndermeyi düşünüyoruz.

Çalışmalarınız özellikle engelli insanlardan nasıl geri dönüşler alıyor?

Şu ana kadar çok olumlu, cesaretlendirici, motive edici geri bildirimler aldım. Su sporlarına ilgi duyan pek çok kör var. Geliştirdiğimiz cihazlar ve teknikler yelken, kürek, kano sporlarına kolayca uygulanabilir. Şimdi öğrendiklerimi paylaşmak ve daha çok insanı su ile buluşturmak istiyorum. Boğaz geçişinden sonra pek çok kör arkadaşla konuştum. Büyük ilgi var. Eğer kaynak bulabilirsem Türkiye'de körlere deniz kayağı (kano) eğitimi vermek istiyorum.

Şu an engelli çocuklarla çalışıyor, öğretmenlik yapıyorsunuz ancak psikoloji mezunusunuz. Bu iki yol nasıl kesişti?

Boğaziçi'nde öğrenciyken kör çocuklara eğitim veren Parıltı adlı bir dernekte gönüllü olarak çalışıyordum. Dernekte çocuklarla geçirdiğim zaman içerisinde özel eğitimdeki eksiklikleri gidermek ve körlere daha iyi bir eğitim için neler yapılabileceği üzerine kafa yormaya başladım. Zaten eksikliklerin neredeyse tamamı benim ilkokul, ortaokul ve lise yıllarımdan beri bizzat tecrübe ettiğim şeylerdi. Aradan yıllar geçmesine rağmen körlerin eğitimde yaşadıkları sorunlarda pek bir değişiklik olmadığını üzülerek fark ettim ve eğitimci olmaya karar verdim. Okul bitince de özel eğitim üzerine yüksek lisans yapmak için Amerika'ya, San Francisco State University’ye gittim.

Boğaziçi Üniversitesi bilhassa kulüp etkinlikleri bağlamında sizin denizle ilişkinize nasıl bir katkıda bulundu?

Okuldayken denizcilikle ilgili kulüplerin faaliyetlerine katılmadım. Şimdiki aklim olsa kesinlikle kürek ve yelken kulübüne girerdim. Ama sağladığı imkânlarla, havuz, spor salonları ve denize olan fiziksel yakınlığıyla Boğaziçi denize ve su sporlarına yakın kalmamı sağladı. Mesela sık sık Bebek'ten kayıkla denize çıkar balık tutardık. Yaz okulunun büyük bir kısmını da havuzda yüzerek geçirirdim. Okulun sağladığı imkânlardan fazlasıyla yararlandım. Akademik kalitesinin yanı sıra çok eğlendiğim, vaktimi dolu dolu geçirdiğim bir yerdi Boğaziçi.

Boğaziçi Üniversitesi’ni engelli dostu bir okul olarak görüyor musunuz? Engellilerin okuldaki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kesinlikle. Boğaziçi diğer üniversitelere kıyasla engelli öğrenciler için daha erişilebilir bir okul. Bu benim öğrenciliğimde de böyleydi, şimdi de aynı. Örneğin GETEM, Görme Engelliler Teknoloji ve Eğitim Merkezi, okuldaki engelli öğrencilere hizmet vermekle kalmıyor sesli kütüphanesiyle Türkiye’deki bütün körlerin binlerce sesli kitaba ulaşabilmesini sağlıyor. Boğaziçi’nde engelli öğrenciler daha göz önünde, daha aktif ve pek çok başarılı engelli öğrenci var. Bu da okulun genelinde engellilere yönelik olumlu bir atmosfer yaratıyor. Türkiye'de körlüğümü en az hissettiğim yer Boğaziçi kampüsüydü. Hâlâ da öyle.

Söyleşi: Oktay Güney/ Kurumsal İletişim Ofisi