Abluka filminin yönetmeni Emin Alper sinemaya ilk adımını attığı Boğaziçi'ndeydi

2000 sonrası yeni dönem Türk sinemasının temsilcilerinden yönetmen Emin Alper 17 Aralık Perşembe akşamı söyleşi için Boğaziçi’ndeydi. Sinema yazarı Şenay Aydemir’le Mithat Alam Film Merkezi’nde yönetmenin sinema yolculuğu ve filmleri üzerine gerçekleştirilen söyleşi katılımcıların yoğun ilgisiyle karşılaştı. Boğaziçi Üniversitesi mezunu yönetmenlerden olan Alper söyleşide üniversite yıllarında başlayan sinema yolculuğunu ve filmlerinin arka planlarını katılımcılarla paylaştı.

2012 yılında gösterime giren Tepenin Ardı filmiyle bir hayli ses getiren ve ikinci filmi Abluka ile bu seneki Venedik Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’ne layık görülmesiyle sinema dünyasının dikkatlerini üzerine çeken yönetmen ve senarist Emin Alper söyleşide yaptığı işleri ve yeni dönem Türkiye sinemasını değerlendirdi. “Beni m yönetmen olmamdaki ilk motivasyon 16-17 yaşlarında izlediğim Kusturica’nın Çingeneler Zamanı filmi oldu, bu filmi izlediğimde sinemanın büyüsüne kapıldım.” diyen yönetmen, Ankara Fen Lisesi’nden mezun olduktan sonra Boğaziçi Üniversitesi’nde mühendislik eğitimine başladığını belirterek “O zamanlar sanata dair etkinliklerle uğraşanlar genelde sosyal bilimlerde okuyan insanlardı, benim gibi sayısal bölümde okuyan insanlar sanat konusunda daha çok tüketici konumundalardı. Bense lisede de sanatla ilgiliydim, çok fazla edebi okuma yapardım, üniversitedeki ilk senemde tiyatro kulübündeydim ve sonra sinema kulübüne dâhil oldum.’’ diyerek sinemaya nasıl başladığını aktardı.

Boğaziçi Üniversitesi’nde okuduğu dönemde, bugün sinema adına birçok önemli işte imzası bulunan Yamaç Okur ve geçtiğimiz yıllarda kaybettiğimiz yönetmen Seyfi Teoman gibi bir çok önemli isimle bir arada olduğunu ve aslında önce sinemanın eğitimini alarak teorisini öğrenmeyi ve eleştirmenlik yapmayı düşündüğünü söyleyen Alper, “Biz yola çıktığımızda bir ekol oluşturmayı istedik.” dedi. Film çekmeye Seyfi Teoman’ın Apartman adlı kısa filminde yardımcı yönetmenlik yaparak başlayan Boğaziçili yönetmen ‘’Seyfi, enerjisi, dışadönüklüğü ve iş bitiriciliğiyle bu konuda bizlere öncü oldu.” şeklinde konuştu.

Türkiye’de sinema ortamına dair değerlendirmelerde bulunan Alper, ülkemizde genç yönetmenlerin kısa filmi acemiliğin atılacağı ve uzun metraja geçişte bir aşama olarak gördüklerini fakat kısa filmin başlı başına bir janr olduğunu düşündüğünü söyledi. “Bunda uzun metrajlı filmlerin yapımı için gerekli bütçeyi bulmanın zor olmasının etkisi var” diyen yönetmen, kendisinin de TRT’nin Genç Sinemacılar programı için çektiği Mektup kısa filmiyle yönetmenliğe başladığını fakat anlatmak istedikleri itibariyle uzun senaryoları tercih ederek yoluna devam ettiğini aktardı.

Emin Alper söyleşide Şenay Aydemir’in “Akademisyen tarafının yaptığın filmler üzerinde nasıl bir etkisi var?” sorusunu “Akademisyenlik dünyaya dair naif görüşümün kırılmasını sağladı. Bunun dışında akademi formlara sadakat gerektirirken senaryo bambaşka bir şey.” şeklinde cevapladı.

Yakın dönem Türk sinemasında yeterince kadın karakter olmaması yönünde kendisinin de içinde bulunduğu erkek yönetmenlere yöneltilen eleştiriler içinse bunun öncelikle kendi filmleri bağlamında anlattığı hikâyelerin teknik sebepleri açısından imkânsız olduğunu belirten Alper, öte yandan da “Erkek kimliği erkeklerin de bir meselesi bu ülkede. Erkek mağduriyeti denen bir durum söz konusu: Bir kimliğin kodlarına girmeye zorlanıyorsunuz ve yönetmenler de anlatmaya bildiği yerden başlıyor.” diyerek yanıtladı.

Son filmi Abluka’ya değinen Alper, Fredric Jameson’ın “Üçüncü dünya entelektüeli mecburen politiktir, en bireysel görünen hikâyeleri bile bir memleket meselesine referanstır.” sözünü hatırlatarak, “Abluka’da, Tepenin Ardı’ndakinin aksine siyasi sebepler açıkça gözüküyor. Film bir iç savaş ortamını iki güvenilmez anlatıcı olan Kadir ve Ahmet karakterlerinin gözünden anlatıyor fakat yine de bir gerçekliğe bir şekilde yer veriyor. Film söylendiği gibi psikolojik bir gerilim, hatta kafamda tasarladığım ilk hallerinde adı ‘Cinnet’ti. İçine çevrili mekân, klostrofobi, kuşatılma gibi distopik ögeler girdi ve sonradan Abluka adını uygun gördük.” dedi.