“Sen yaparsın ama bu da biraz zor bir yarış, biliyorsun.”

Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinden 'Türkiye'nin en genç Ironman'i' unvanının sahibi Göktuğ Kıral ile Ironman oluşu ve sonrasında gerçekleştirdiği Asya seyahati üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.

Göktuğ Kıral ya da kendi tercih ettiği haliyle Göktuğ 'Kral', Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü son sınıf öğrencisi, başarılı bir sporcu, maceraperest bir seyyah. Üniversitenin kürek takımındayken antrenörü sayesinde haberdar olduğu Ironman'e katılmak üzere antrenman yapmaya başladığında en sık duyduğu cümleydi “Sen yaparsın ama bu da biraz zor bir yarış, biliyorsun.” O zoru başardı ve 2014 yılında Türkiye'nin en genç Ironman'i unvanını kazandı. Ardından Ironman'e hazırlık uğruna İstanbul dışına doğru dürüst çıkmadığı bir yılın acısını çıkarırcasına birçok insanın hayalini kurduğu işi yaptı: dünyayı dolaştı. Önce Avrupa'ya ardından Asya'ya seyahat etti ve bunu sponsorlarının desteğiyle gerçekleştirdi. Bir yandan dolaşırken öte yandan başından geçen maceraları yazdı ve ufak bir turist hinlikleri rehberi tadındaki blogu ortaya çıktı. Biz de kendisiyle Ironman'e hazırlık süreci, yarış zamanı, sponsorluk bulma hikâyeleri, Asya macerası ve blogu üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.

 

Ironman'i nereden duydun, nasıl hazırlandın?

Üniversiteye başladığım ilk sene okulun kürek takımına girdim. İlk olarak antrenörümden duydum Ironman'i 4 km yüzme, 180 km bisiklet ve 42 km de koşu olarak ve ilk olarak dedim ki 'Böyle bir yarış olabilir mi! İmkansız bu.' diye düşündüm. Sonra araştırdım ve kafaya koydum. Ardından gel gitler oldu çünkü üniversiteden önce fitness’la ilgilenmiştim ama bir performans sporuna yönelik geçmişim yoktu dolayısıyla antrenmanlarımda koşulara ağırlık verdim. 2013 yılında kürek takımından arkadaşım Ironman bitirdi İsveç'te. Onu görünce 'Acaba biraz daha öne alabilir miyim Ironman hedefimi?' diye düşündüm çünkü Türkiye'nin en genç Ironman'i olma fırsatı çıktı karşıma. Tabii bu kolay bir süreç olmadı çünkü yarışın mesela en azından kayıt ücreti bile 600 avro. Antrenmanları yapmanın yanı sıra ciddi anlamda bir sponsor bulmak gerekiyordu yarış için o yüzden bir yandan antrenman yaparken bir yandan da sponsorluklarla uğraşarak bir sene bayağı sağlam bir şekilde çalıştım bu yarışa. Antrenörüm yoktu, tamamen kendim internet üzerinden araştırma yaptım. İnternette çok güzel kaynaklar var; forumlar, web siteleri Ironman üzerine. Antrenmanlarımı ben burada, okulun Hisar Kampüs'teki tesislerinde yaptım. Koşuyu tartan pistte yapıyordum. Bisiklet için de dışarı çıkıyordum; Bebek – Sarıyer arasında. Bir senelik antrenman programı yarışa doğru artan bir çizgi izliyor, yani her hafta aynı şekilde çalışmıyorsun. Yarışa bir ay kala maksimum antrenmanı yapıyorsun. Haftada 20-22 saat antrenman yapıyordum ben.

 

Peki okulla birlikte nasıl gitti bu? Antrenmanlar okul performansını etkiledi mi?

İlk hedefim Ironman'di, bir şey yapacaksam ilk başa antrenmanları koyuyordum. Ama bir yandan da okulu aksatmamalı dedim. Ona yönelik de okul derslerine ciddi anlamda çalıştım. Hatta o benim bir önceki seneye göre daha iyi notlar almamı da sağladı o motivasyonla, derslere daha da sıkı sarılmama sebep oldu da diyebilirim.

 

Antrenman süreciyle birlikte paralel giden bir de sponsor bulma süreci var dedin. Hangi ihtiyaçlarım için sponsor aradın, nerelerden nasıl geri dönüşler oldu?

İlk başta tabii üniversiteye başvurdum ve üniversitenin tesislerini ücretsiz kullanma hakkı verdiler bana, havuza ve fitness'a ücretsiz giriş yaptım sınırsız olarak. Bunun yanı sıra benim yarış kayıt ücretimi ve uçak biletlerimi karşıladılar. Ama bunun dışında diğer masraflarımı saymam gerekirse mesela bisiklet almam gerekiyordu, bu en büyük masraf kalemimdi. Bunun yanı sıra wet suit, koşu ayakkabısı, antrenman nabız saati gibi ihtiyaçlarım vardı. Bunlar için de bayağı uğraştım ben, neredeyse bir sene sürekli aramalar yapıyordum. Mesela mail kutuma baktım, 1000'in üzerinde Ironman konulu mail var gönderdiğim. Yine 500-600 arama yapmışımdır, 100-200 tane şirket aradım.

 

Şirketlerin bu gibi sponsorluklar için özellikle ayırdıkları yatırım var mı? Bir de araştırmalarına dayanarak yurtdışındaki sponsorluk anlayışıyla bizdeki arasında farklar olduğunu söyleyebilir misin?

Yurtdışında evet spora destek daha fazla, imkanlar daha fazla. Fakat şöyle bir avantajım oldu benim sponsor bulma sürecinde, özellikle benim hazırlandığım zamanda Ironman popüler olmaya yeni başlayan bir spordu. Çok fazla bilinmiyordu ve çok etkileyici geliyordu insanlara. O yüzden bu bir bakıma bana kolaylık sağladı. Proje hakikaten ilginçti. Yurtdışında ama zannediyorum biraz daha zor olabilir sponsorluk işleri çünkü çok fazla insan Triatlon ve Ironman üzerine uğraşıyor. Orada çok üstün bir performans sergilemen gerekir ki güzel bir sponsorluk alabilesin diye düşünüyorum.

 

Yarışmanın öncesinde ve sonrasında çevrenin tepkileri nasıldı? Arkadaşların, ailen?

Önce hemen hemen kimse inanmadı bu işi yapabileceğime. Babamdan, ağabeyimden, annemden tut da arkadaşlarıma kadar. Hatta kürek takımı arkadaşlarım bile biraz şüpheyle baktılar. 'Sen yaparsın ama bu da biraz zor bir yarış, biliyorsun.' şeklinde. Tabii sonrasında çok şey değişiyor. Yarış bittikten sonra 'Vay, Ironman gelmiş!' falan. (Gülüşmeler)

 

Ironman'den sonra bir de gezi blogu yayınladın? O nasıl ortaya çıktı? Nerelere seyahat ettin?

Ironman sonrasında çok bunalmıştım açıkçası: bir sene boyunca sırf antrenman düzenim bozulmasın diye hiçbir yere gitmemiştim; yurtiçinde bile. Sadece evden okula, geri eve, evden bu sefer antrenman sahasına şeklindeydi düzenim. Ironman sonrasında bir plan yaptım: Interrail'e benzer ama özgür olabileceğim bir seyahat planı ve yola çıktım. Barselona'dan Paris'e uçarken havalimanında spontane bir şekilde iki kişiyle tanıştım ve onlarla sohbet ederken 'Avrupa'yı gördük, bir çok yerini gezdik. Ben en kısa zamanda ya Asya ya da Afrika'ya gideceğim.' fikri ortaya çıktı. Ironman gibiydi bu benim için: 'Bir gün yapacağım.' dedim ama tam bir hedef de koymamıştım. Sonra Avrupa'dan döndüm, okul başladı, ardından kışın ortalarına doğru 'Bu yaz bir şeyler yapmalıyım. Ironman yapabilirim ama biraz daha farklı ve zorlayıcı bir şeyler olsun' diye düşünmeye başladım. 'Asya'ya gidebilirim.' dedim, 80 günde Asya'nın bir ucundan diğerine karadan yolculuk olsun fikri çıktı, hatta adı da '80 Günde Devr-i Asya' gibi. O şekilde bir rota belirledim kendime: Hindistan, Nepal, Bangladeş, Myanmar, Vietnam, Kamboçya, Tayland, Malezya, Singapur, Endonezya.

 

Bildiğim kadarıyla rota başta böyle değildi, bir e-ticaret platformu seyahatine sponsor olunca değişti ve 11 ülkeye tamamlandı. Nasıl gerçekleşti bu sponsorluk olayı?

Ben aslında bu seyahat üzerine 5-6 marka için proje yazdım. Her bir markanın ürünüyle benim seyahatimi birleştirecek projeler oluşturdum. İki tanesi kabul etti. Bahsettiğin e-ticaret platformuyla anlaşınca revize ettim programımı. Normalde Hindistan'dan Vietnam'a kadardı yani aslında Malezya, Singapur ve Endonezya planda yoktu, Katar da yoktu. Sponsorluk aldığım şirketten '11Ülke 11 Macera' olsun şeklinde bir fikir geldi. Katar da şuradan çıktı: Katar merkezli bir havayolu şirketinden uçak bileti sponsorluğu aldım. Uçak Katar aktarmalı gittiği için muhakkak orayı da bir üç gün ziyaret edeyim dedim. Katar'da üç gün kaldım ve Katar çok güzeldi.

 

Peki bir projeyi hazırlarken ne yaptın? Ne kadar zaman ve emek harcadın?

Markalara proje yazma fikrine Ocak ayında başladım, Mart ayına kadar hem seyahatin ana hatlarını, temasını belirlemeye çalıştım hem de o süreçte 500-600 maddelik bir marka listesi buldum kendime. Teker teker değerlendirerek hangi markanın olabileceğini tespit ettim, onları ayırdım. Sundukları ürün ve hizmetlere dair araştırma yaparak ve bunları seyahatimde nasıl kullanabileceğimi düşünerek yol aldım. Hedef seçtiğim her bir marka için seyahatin yapısını da değiştirmem gerekti. O marka için herhangi bir şey yapmasam da seyahatime etkisi olan adımlar oldu.

 

Asya seyahatin boyunca başına gelen en ilginç olay nedir?

Vietnam'da bir motosiklet satın aldım. Ülkeyi kuzeyindeki Hanoi'den güneyindeki Ho Chi Minh'e kadar motosiklet sürerek gezmeyi amaçlıyordum. Hanoi'de dolaştım bu motosikletle bir iki gün. Bir gün motosikletimi Hanoi'de bir otelin önüne park ettim ve ardından bir yandaki hostele girerek beş dakika için ilan yapıştırdım. Döndüğümde motosikleti yerinde bulamadım. Önüne park ettiğim otele girdim, resepsiyona kibarca görüp görmediklerini sordum. Çalışan olduğunu düşündüğüm kişi birden bana saldırmaya başladı. Orada bir kavga dövüş yaşadık. Ben mümkün olduğunca saldırıdan çok savunma odaklı yaklaştım çünkü Vietnam gibi bir yerde birine saldırdığınız zaman ya da birini yaraladığınız zaman polis geldiğinde hapse girme olasılığınız çok yüksek. Her ne kadar savunma odaklı da olsa bir iki yumruk atmış oldum adama. (Gülüşmeler)

 

Bu bizim 'İrlandalı turist' olayına benzemiş. Peki esnafın tepkisi ne oldu? Bir araya gelip 'Düşene bir de biz vuralım.' gibi yaklaştılar mı, müdahale ettiler mi?

Yok, karışan olmadı hiç. Olay sokağa da taştı, aynı o İrlandalı turistin olayı gibi sokağa çıktık ve halk saldırmadı ama engellemek için de hiçbir şey yapmadı. 5-10 dakika sokakta da tartışma oldu. En son bir sıkıntı olmadan ayrıldık oradan. Bu arada motosikleti yolun karşısına park etmişler, çalınma durumu yok. (Gülüşmeler)

 

Gezdiğin ülkeler arasında favorin hangisi oldu?

Endonezya. Halkı çok kibar ve sıcak; samimi bir halkı var, insanları çok iyi. Bunun yanı sıra Endonezya'da yapılacak çok şey var. Ben Bali'ye gittim mesela. Deniz olarak Asya'daki en iyi sahil oradaydı. Sörf yapma imkanım vardı, ki bayağı seviyorum sörf yapmayı. Onun dışında kültürel olarak da çok yoğun bir yer; hem Bali hem de Endonezya. Müslümanlık, Hinduizm ve Budizm'in harmanlandığı, bir arada yaşadığı bir yer. Özellikle Bali'de Hinduizm'in etkisini gözlemleyebiliyorsun, çok güzel tapınakları var.

 

Blog nasıl oluştu? Devam ediyor mu?

Açıkçası blogla seyahat esnasında çok uğraşamadım; hem kendi yoğunluğumdan hem de internet vesaire gibi sıkıntılardan ötürü. Şimdi yazıdan ziyade videolara yer veren blog oluşturmaya yöneldim. Şu ana kadar 4-5 tane video hazırladım ve YouTube'da yayınladım. Yazı ağırlıklı blogdan video bloga yönelme eğilimindeyim şu ara. Şahsen yazılı bloglardan sıkıldım çünkü herkes bir şeyler yazıyor ve bunlar hemen hemen aynı şeyler. Özellikle seyahat gibi bir alanda görselliğin ön planda olması gerektiğini düşünüyorum. Ben de blogum için görsel malzemeyi seyahatim boyunca yanımda taşıdığım GoPro ve akıllı telefonum sayesinde topladım ve paylaşımlar yapmaya hala daha devam ediyorum.

Söyleşi: Hasan F. Yetim / Kurumsal İletişim Ofisi

Göktuğ'un blogu için: http://www.goktugkral.com/blog/

Göktuğ'un YouTube profili: https://www.youtube.com/user/goktugkralful