Nâzım Hikmet 118 Yaşında!

Nâzım Hikmet doğumunun 118. yılında Boğaziçi Üniversitesi’nde düzenlenen “Ben Yüz Çiçekten Yanayım”: Nâzım Hikmet Tiyatrosunda Metinler, Türler, Söylemler başlıklı konferansla anıldı. Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Araştırma Merkezi bünyesinde gerçekleştirilen konferansta, Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretim görevlisi Dr. Esra Dicle şairin birçok dile çevrilen ve pek çok ülkede sahnelenen tiyatro oyunlarını ele aldı. Nâzım Hikmet’in güçlü şiirini yanında gölgede kalan tiyatro oyunlarını yeniden yazım ve türler arasılık kavramları bağlamında tartışan Dicle’nin yakında aynı başlıklı bir kitabı da yayımlanacak.

15 Ocak 1902’de Selanik’te doğan ve 3 Haziran 1963’te vefat eden Nâzım Hikmet, ilk şiirini yazdığı 11 yaşından ölümüne kadar sayısız şiir kitabı, roman ve tiyatro oyunu kaleme aldı. 1921’de direnişe katılmak için Ankara’ya geçen Nâzım Hikmet, Marksizmle tanışmasının ardından Moskova’ya gitti ve burada avant-garde sanat akımıyla karşılaşmasının etkisiyle serbest şiirler yazmaya başladı. 1928’de gizlice Türkiye’ye dönen şair burada en verimli yıllarını geçirerek iki yıl içinde 5 tane şiir kitabı yayımladı. 1933’te komünizm propogandası yapıldığı iddiasıyla hakkında dava açılan şairin sağlığında Türkiye’de yayımlanan son kitabı Şeyh Bedrettin Destanı oldu, çünkü 1965 yılına kadar kitaplarının yayımlanması yasaklandı.

Nâzım Hikmet 1938 yılında ise orduyu ayaklanmaya teşvik etmek iddiasıyla hapis cezasına çarptırıldı ve 13 yıl hapiste kaldı. Bursa Cezaevi’nde kaldığı bu yıllarda, kendisinden sonraki şairleri büyük oranda etkileyen kitaplarından Memleketimden İnsan Manzaraları’nı kaleme aldı. Serbest bırakılmasının ardından Moskova’ya giden ve 1954 yılında Türk vatandaşlığından çıkarılan şair 1963’te geçirdiği kalp kriziyle hayata veda etti.

Boğaziçi Üniversitesi’nde her yıl şairin doğum gününde düzenlenen Nâzım Hikmet Konferansları’nın bu seneki odak noktası Nâzım Hikmet’in tiyatro oyunlarıydı. Konferansın açılış konuşmasını gerçekleştiren Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Zeynep Uysal, şairin tiyatro oyunu, senaryo, gazete yazıları ve roman gibi farklı türlerde eserler kaleme almış olmasına rağmen şairliğiyle tanındığına dikkat çekerek, Türkiye’de bir devlet üniversitesinde şairin adıyla kurulan ilk merkez olan Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Araştırma Merkezi’nin faaliyetlerinden bahsetti.

19 yaşında başlayıp ömür boyu devam eden bir tiyatro sevgisi

“Ben Yüz Çiçekten Yanayım”: Nâzım Hikmet Tiyatrosunda Metinler, Türler, Söylemler başlıklı kitabı yakında yayımlanacak olan Dr. Esra Dicle, aynı başlıkla verdiği konferansa şairin tiyatroyla ilişkisini ele alarak başladı. Nâzım Hikmet’in kimisi tamamen kimisi ise kısmen kaybolmuş 23 oyunu bulunduğunu ve 19 yaşından ölümüne kadar hiç ara vermeden oyun yazdığını paylaşan Dicle, “Nâzım Hikmet sadece bir oyun yazarı değil aynı zamanda ciddi bir tiyatro izleyicisi. Tiyatronun tüm formları üzerine düşünen ve dünya görüşünü bu formlarla nasıl temsil edebileceğini araştıran bir tiyatro insanı ama kuvvetli bir şiiri olunca bu yönü ihmal ediliyor. Oysa tiyatrosu üzerine araştırma yaptığımızda hem kendi sanatına hem de tiyatro tarihine doğru çok zengin bir yol gittiğini görüyoruz,” ifadelerini kullandı.

Nâzım Hikmet’in Moskova’da bulunduğu dönemlerde Meyerhold ve Mayakovski gibi isimleri yakından takip ettiğini ve kendi tiyatro anlayışını kurmada bu isimlerden çok etkilendiğini vurgulayan Esra Dicle, “Meyerhold, Nâzım Hikmet’in ölene kadar sürekli bahsettiği bir isim, çünkü tiyatronun bütün formlarını sahiplenen, enternasyonalist ve deneysel bir sanat anlayışına sahip,” ifadeleriyle Nâzım Hikmet’in de Meyerhold’dan hareketle devrim öncesi formlarla diyalektik materyalist söylemi ilişkilendirme amacı taşıdığını belirtti. Şairin Moskova’da bulunduğu yıllarda genellikle tek perdelik oyunlar yazarken sahneyi bir manifesto alanı gibi kullandığını paylaşan Dicle, Türkiye’de diyalektik materyalist felsefeyle yazdığı ilk oyunu Kafatası’nın sahnelenme sürecini de aktardı: Kafatası projeksiyon isteyen ve sahnenin her köşesinde bir eylemin geliştiği bir oyun. Sahnelenmeye başladıktan 3 ay sonra da kaldırılıyor, ardından yazdığı Bir Ölü Evinden Anılar, Unutulan Adam ve Bu Bir Rüyadır gibi oyunlarında ise klasik kurguya geri dönmek zorunda kalıyor, çünkü bu dönemde Türkiye’de daha propagandacı bir tiyatro ortamı var, ancak ahlaki yozlaşmayı modernleşme değil burjuva toplumunun sonucu olarak anlatmaya devam ediyor.”

“Nâzım Hikmet kendisinden önce yazılmış metinlerle sürekli diyalog kuruyor”

Nâzım Hikmet’in hapishane döneminde hem tiyatroda hem de diğer üretim yaptığı diğer türlerde avant-garde ve çok biçimli yapıya geri döndüğünü ifade eden Dr. Esra Dicle, bu dönüşümün oyunlarını sahnelemeye ihtiyaç duymamasından kaynaklandığını belirtti: “Nâzım Hikmet sürekli tiyatronun gelişmesi için deneysellikten vazgeçmemek gerektiğini savundu. Son defa Moskova’ya gittiğinde ise 1928’te bıraktığından başka bir Moskova buldu. Tek adam kültünün kutsanması onun için büyük bir hayal kırıklığı oldu ve gördüklerine bir eleştiri olarak da İvan İvanoviç Var mıydı Yok muydu? oyununu yazdı. Bu oyunun gösteriminin 5 oyundan sonra yasaklanması da Nâzım Hikmet için sonraki oyunlarını da etkileyen çok travmatik bir deneyim oldu. Sonrasında evrensel barış söyleminin daha baskın olduğu oyunlar kaleme aldı.”

Nâzım Hikmet tiyatrosunu kuran temel özelliklerin türler arasılık ve yeniden yazım olduğunu vurgulayan Dicle, şairin oyunlarının başında türleri tanımlama gereği duyduğunu ve oyunlarını da dram kalıbının kurallarıyla oluşturmayarak türler arasında sürekli kayan bir tiyatro meydana getirdiğini vurguladı. Dicle, yeniden yazım için ise şairin kendi oyunları, geleneksel malzeme ve Aristophanes ve Moliere gibi yazarların komedi oyunlarından yararlandığını belirtti: “Nâzım Hikmet’in Türkiye’de tek parti döneminde yazdığı oyunları Moskova’da nasıl yeniden yazdığı önemli. Ayrıca absürt tiyatronun geliştiği ve komedi türünün artık yeterli olmadığı bir dönemde, komedi türüyle hesaplaşmaya girmeden bu türde oyunlar yazıyor. Geleneksel malzemeyi dönüştürerek ve yeniden üreterek işlese de aynı şeyi komedi oyunları için yapmıyor. Bu nedenle bu oyunları sahnelenmesi için çok talep edilen oyunlar arasına girmiyor.”

Yusuf ile Züleyha Nâzım Hikmet’in kaleminde Yusuf ile Menofis’e dönüşüyor

Konferansın son bölümünde şairin Yusuf kıssasını kaynak alarak yeniden yazdığı Yusuf ile Menofis oyununa odaklanan Dr. Esra Dicle, şairin bu oyunu yazarken hikâyenin tüm unsurlarını yapı söküme uğrattığını ifade etti. Nâzım Hikmet’in Züleyha’nın yerine Menofis isimli bir karakter koyarak aşk hikâyesini devrimci bir oyuna dönüştürdüğünü vurgulayan Dicle, “Nâzım Hikmet, Yusuf anlatısındaki politik içerikle ilgileniyor. Bunu işlerken bir yandan kutsal kitap dilinin taklidini yapıyor bir yandan da bu dili parçalayıp parodikleştiriyor,” ifadelerini kullandı.

Nâzım Hikmet’in Yusuf anlatısına en temel müdahalesinin Menofis karakterini yaratmak olduğunu belirten Dicle, bu karakterin oyunda şairin dünya görüşünün bir temsili olarak yer aldığını söyledi: “Menofis, baskının olduğu yerde doğal olarak gelişen bir direnç olarak oyunda yer alıyor. Yusuf’un iktidarına karşı onu ciddiye almayan ve parçalayan bir ses, bir devrimci arketipi.”

Dr. Esra Dicle, Nâzım Hikmet’in tiyatro oyunlarının şiirleri yanında ikincilleştirildiğine dikkat çekerek bu metinlerin daha çok sahnelenmesi dilekleriyle konuşmasını tamamladı.