Resimden edebiyata gölgede bırakılmış kadın sanatçılar

8 Mart Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle Boğaziçi Üniversitesi Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Araştırma Merkezi tarafından düzenlenen “Kimin Kanonu?” başlıklı program, Geç Osmanlı ve erken Cumhuriyet dönemlerinde eser vermiş kadın yazar, şair, çevirmen, fotoğrafçı ve ressamların sanatın ana akımlarından nasıl dışlandıklarını ele aldı. 6 Mart Cuma günü Boğaziçi Üniversitesi Demir Demirgil Salonu’nda düzenlenen ve beş panelden oluşan etkinlik, seslerini duyuramamış ya da duyurması engellenmiş kadın sanatçıların bireysel ve toplumsal hikâyelerinin paylaşılmasına ve “Kimin Kanonu?” sorusu etrafında resmi tarih ve sanat tarihi yazım süreçlerinin sorgulanmasına olanak tanıyan bir buluşmaya dönüştü.
Yılmaz Yeniler

Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Araştırma Merkezi’nin son 4 yıldır Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle düzenlediği etkinliklerin, bu yılki konusu kanon dışı bırakılmış kadın sanatçılardı. “Geç Osmanlı - Erken Cumhuriyet Döneminde Kadın Sanatçılar” başlıklı etkinliğin açılış konuşmasını gerçekleştiren Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Zeynep Uysal, Türkiye’deki edebiyat ve sanat tarihi kitaplarının eril bir söylem ve tasnifle biçimlendirilmiş olduğuna dikkat çekerek, edebiyat tarihi özelinde kadın yazarların ulusal tarih yazımının parçası olabilecek bir üretime yer verdikleri ölçüde değer gördüklerinden bahsetti.

“Kadınların isyankarlaştığı ölçüde seslerinin daha çok şiddetle bastırılmaya çalışıldığını biliyoruz, ancak isyankarlığın bastırılması her zaman açık bir şiddetle görünür olmuyor. Toplumsal cinsiyet inşası kadınların kendi seslerini bastırmasına da neden oluyor,” ifadelerini kullanan Uysal; Makbule Leman, Nigâr Hanım, Leylâ Hanım, Nezihe Muhiddin, Suat Derviş, Şukûfe Nihal gibi isimlerin edebiyat tarihlerinde romantik ve bireysel duyuş ve düşünüşleriyle vurgulanırken itibarlı bir edebiyatın sahipleri olarak görülmediklerini işaret etti. “Bu isimlerin edebiyat tarihlerinde nasıl yer aldığı, milli tarih yazımının belirli toplumsal cinsiyet kalıplarını dayatmasının tezahürü olarak okunamaz mı? Nezihe Meriç, Sevim Burak, Leyla Erbil, Sevgi Soysal, Tezer Özlü, Adalet Ağaoğlu, Füruzan gibi isimler edebiyat tarihlerinin hiyerarşisinde hâlâ sadece kadın yazarlar alt kategorisinde değerlendirilmiyorlar mı?” sorulara dikkat çeken Uysal, bu soruların cevaplarının sadece “eril iktidarlar” deyip geçilemeyecek kadar karmaşık olduğunu vurguladı.

“Kadın sanatçı ayrımı elzem bir ayrımdır”

“Kendine Ait Bir Oda’dan Kadına Ait Bir Kanona” başlığıyla açılış panelinin ilk konuşmasını gerçekleştiren Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Olcay Akyıldız, konuşmasına kanon kavramının barındırdığı çelişkilere dikkat çekerek başladı: “Ana akımda yer almak çok mu iyi bir şey? Kanon kavramı sorgulanması gereken bir kavram değil mi? Bu sorular da tartışılmalı, ‘Kimin Kanonu?’ derken kanonu kanun gibi geçerli bir şey olarak görmüyoruz ama ‘kanon’ diye bir şey varsa ya da ‘100 Temel Eser’ diye listeler oluşturuluyorsa bu listeleri kimin, ne zaman, hangi bağlamda oluşturduğunu ve neden bu 100 eserin içinde en fazla 3 tane kadın yazar adı görebildiğimizi sormak zorundayız.”

Akyıldız, “kadın sanatçı” kavramının da “kanon” gibi sorunsallaştırılabilecek ve itiraz edilebilecek bir kavram olduğunu vurguladı ve şu ifadelerle bu itiraz şekilleri arasında yer alan yaklaşımlardan birine dikkat çekti: “Bu yaklaşım diyor ki ‘Kadın sanatçı dediğinizde asıl ayrımı siz yapmış oluyorsunuz. Kadın sanatçı / erkek sanatçı olmaz, sanatçı vardır.’ İdeal bir dünya düzeninde bu itiraz haklı olabilirdi, ama maruz kaldığımız patriarkal düzende kadın sanatçı diye bir ayrımdan söz etmek zorundayız; çünkü kadın öznelerle erkek öznelerin deneyimleri aynı değil. Keşke her alanda toplumsal cinsiyet eşitliğinden söz ediyor olsaydık da bu tür ayrımlar keyfi, gereksiz ve yanlış olsaydı.”

Kadın sanatçı ayrımının indirgemeci bir alt başlık olarak düşünülmediğini ve içinde bulunduğumuz düzende elzem bir ayrım olduğunu vurgulayan Akyıldız, “Feminist olan kadın sanatçının üretimleri olmak zorunda değil. Hatta kimi dönemlerde kadın olarak üretmenin kendisi bile başlı başına feminist bir eylem olarak okunabilir,” sözlerini ekledi. Olcay Akyıldız, konuşmasının devamında Virginia Woolf’un Kendine Ait Bir Oda kitabından referansla kadına ait bir kanon oluşacaksa ve edebiyat ve sanat tarihleri yeniden yazılacaksa kadınların kendilerine ait oluşumlara, akademide ve tarih yazımında feminist yaklaşımlara, bu işlerin gerçekleşebilmesi için de daha fazla fona ve desteğe ihtiyaç olduğunu da vurguladı.

Feminist araştırmalar ne yaptı?

Açılış panelinin “Kadın ve Tarih: Sanatın Gölgedeki Kadınlarıbaşlıklı ikinci konuşması ise Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Özlem Belkıs tarafından verildi. Belkıs, Duygu Kankaytsın ile derledikleri Sanatın Gölgedeki Kadınları başlıklı kitabın yayıma hazırlanma sürecinden yola çıkarak belgelerle kanıtlanabilen resmi ve basılı tarihlerin göz ardı ettiklerine vurgu yaptı: “Size anlattıklarım kitabın sadece basılı tarafının tarihi. Kitapta yer alan 31 yazarın üretim süreçleri, yayım aşamasında yaşananlar, kitabın dağıtımında çalışanlar ya da kitap kolilerini taşıyanlar bu tarihin içinde yok. Aslında kadın sanatçıların tarihle ilişkisi de çok farklı değil.”

Konuşmasının devamında 20. yüzyılda gerçekleşen tarih anlayışındaki dönüşüme odaklanan Özlem Belkıs, bu dönüşümle birlikte egemen tarih anlayışının sorgulanmaya başlandığını ifade etti: “Bu dönüşümde feminist tarihçiliğin çok büyük bir etkisi olduğunu kabul etmek lazım. 1950’lerden itibaren feminizm tüm alanlara yönelik bir sorgulamaya girişmişti.” Belkıs, feminist tarih ve araştırmaların ne yaptığının üç ana bölümde incelenebileceğini aktardı ve bu bölümlerin kadınların erkek yapımı tarih içinde nasıl ve neden gömüldüklerini anlamaya yönelik araştırmalar, biyografi ve antoloji gibi çalışmalarla kadınların kayıp dişi cetlerini keşfetmeye yönelik araştırmalar ve sanatın nesnesi olan kadınlar üzerinden yapılan temsiliyet araştırmalarından oluştuğunu belirtti.

“Bu alanlarda çalışırken zaman zaman kör noktaların içine düşerek kanonu tekrarlıyoruz ya da kendi kanonumuzu oluşturuyoruz, amaç kendi kanonumuzu oluşturmak da değil. Örneğin tarih yazımında göz ardı edilen kadınları görünür kılmaya çalışırken kadınların iyi birer eş ya da anne olmaları gibi cinsiyet rolleri üzerinden ya da kan bağı olan erkekler üzerinden anlatıldığını görüyoruz,” ifadelerini kullanan Belkıs, konuşmasını feminist bir bakış kurabilmek için her türlü ayrımcılığa duyarlı ve dışlama pratiklerini görünür kılan bir yaklaşımın gerekli olduğunu vurgulayarak sonlandırdı.

Açılış panelinin ardından günün devamında devam eden 4 panele ayrılan 12 konuşmada da Mihri Müşfik, Hale Asaf, Ivi Stangali, Fatma Aliye, Emine Semiye, Nigâr Hanım, Safiye Erol, Suat Derviş, Mebrure Alevok, Afife Jale, Macide Tanır ve Yıldız Moran gibi edebiyat, resim ve fotoğraf gibi farklı disiplinlerde üretim yapmış kadın sanatçıların hayatları ve eserleri tartışıldı.